kafamda hastalıklı düşünceler
ellerimde ucuz bir roman
hayır
özlemek değil
gereksinmek sana
bahar kadar taze
süt kadar beyaz
ve en az
senin kadar çocuktum
ah bir bilsen
niceler
ben niceler yoruldum
behey sevgilim behey
şey
her zaman ayrı yazılır
9dan fazlasına
rakam denmez
sen de
dönmezsin artık gerisin geri
şu kuş sesleri
bu alaca sabah
hayır
özlemek değil
gereksinmek sana
misal
ucu felsefeye dokunuyor gülüşlerinin
sesin
estetiğin konusu oluyor akşam akşam
kirpiklerin
bir sabahı andırıyor
nefes almayı anlatıyor varlığın
kış kadar beyaz
kar kadar taze
ve en az
benim kadar çocuksun
biliyorum
ulaşılmaz
ulaşılamaz bir sonuçsun
behey sevgilim behey
plüton bir gezegen
siyah bir renk değildir
sen de
sevmezsin artık yeniden beni
şu silah sesleri
bu alaca şarap
hayır
özlemek değil
gereksinmek sana
bir ihtilal hayali gibisin
ellerinin kıyılarında devrim
hudutlarında sevgi
söyleniyorsun içimde
bağır çağır
bir gün
bir gün tek başına
bir gün birlikte
bir gün mutlaka
bir gün mutlaka geleceğim
bir gün mutlaka yeneceğiz
savaş kadar bayat
gece kadar siyah
ölüm kadar soğuğuz
ve tabi
biz de en az
en az herkes kadar çocuğuz
behey sevgilim behey
karadeliklerden ışık bile kaçamaz
mürekkkep balıkları da balık değildir aslında
n'olur beylik laflar ettirtme artık
bilmem kaç zemheri
kaç leylim bahar
hayır
özlemek değil
gereksinmek sana
29 Aralık 2018 Cumartesi
23 Aralık 2018 Pazar
FeylesofTespihi-S.Baydar
..feylesof tespihi bu döner durur
"Eskiden çok yer gördüğüm için
şimdi bir yer görmüyorum.
Önceden bana baktığın için
şimdi bana bakmıyorsun.
Önceden beni sevdiğin için
şimdi beni sevmiyorsun.
Önceden onu sevdiğim için
şimdi seni seviyorum.
Şimdiden seni sevdiğim için
önceden onu sevmiyorum.
Şimdiden sonra seni seveceğim için
önceden onu sevmiştim.
Şimdiden kimseyi tanımadığım için
bir ara seni tanımıştım.
Bir ara seni tanıdığım için
önceden ve ondan söz etmiştim.
Önceden ondan söz ettiğim için
bir ara beni dinlemiştin.
Bir ara beni dinlerken
önceden ve sonradan
yani
ondan ve benden bahsederek
seni sevmiştim.
Ondan ve senden bahsederek
bugünü önceden biliyorduk.
Bugünü önceden bildiğimiz için
bir ara ikimiz de ondan soğumuştuk.
Ondan önceden soğuduğumuz için
şimdi kışa girdik.
Şimdi kışa girdik
ve
ben önceden bunu biliyordum.
Önceden bunu bildiğim için
bugün ikimiz de ondan memnunuz.
Bugün ikimiz de ondan memnun olduğumuz için
ikimizden de kimse memnun değil.
O ikimizden de memnun olmadığı için
bugün ikimiz de birbirimizden kurtulamıyoruz.
Bugün ikimiz de birbirimizden kurtulamadığımız için
bugün o kışa girdi.
Bugün ikimiz de memnun değiliz
ve
o üşüyor.
O bugün üşüdüğü için
ikimiz de yazdan kalma bir günü yaşıyoruz.
Yazdan kalma bir günü yaşadığımız için
o bunun farkında değil.
O bunun farkında olmadığı için
ikimiz de kışlıklarımızı giydik.
Biz kışlıklarımızı giydiğimiz zaman
onu düşünüyoruz.
O bizi gördüğü zaman
biz birbirimizi unutuyoruz
ve
birbirine düşman kardeşler oluyoruz.
Biz birbirimizin yolunu kestiğimiz zaman
onun yolu daralıyor mu ne?
Eskiden benim yolum daraldığı için
şimdi benim yolum daralmıyor.
Eskiden çok daraldığım için
bugün daralmadan yolalıyorum.
Eskiden çok yolu daralan insanlar tanıdığım için
bugün utanıyorum.
Eskiden çok taş taşıdığım için
bugün kendime ev yaptım.
Eskiden bu pencerenin önünden bütün insanları gördüğümü sanırdım
oysa
bütün insanlar öteki evin penceresinin önünden geçmezlermiş.
Önceden bunları yazdığım için
şimdi tekrar yazamıyorum.
Önceden bıktığım için
tekrar bıkmanın anlamı yok.
Önceden sevdiğimi söylediğim için
şimdi tekrarlamak gerek.
Şimdi tekrar söylüyorum
çemberin iki ucu birleştiğinde
ben yokolacağım."
feylesof tespihi bu döner durur..
22 Aralık 2018 Cumartesi
EnHüzünlüŞiir-P.Neruda
en hüzünlü şiiri yazabilirim
yazabilirim örneğin
“Gece yıldızlarla dolu
ve yıldızlar
masmavi titreşiyor uzakta
şarkı söyleyip esiyor gece rüzgarı."
bu gece
en hüzünlü şiiri yazabilirim
sevdim ben onu
o da beni sevdi bir ara
bu gibi gecelerde sarıldım kollarımla
defalarca öptüm onu sonsuz göğün altında
sevdi beni o!
ben de onu sevdim bir ara
o koca zeytin irisi gözler sevilmez miydi ama?
bu gece
en hüzünlü şiiri yazabilirim
onu tutamadığımı
kaybettiğimi düşünmek
dinlemek uçsuz bucaksız geceyi
onsuz daha da tenha kalan
ve şiir
çime düşen çiy gibi düşer cana
ne çıkar yani sevdam onu tutamadıysa?
gece yıldızlarla dolu
ve
yanımda değil o
hepsi bu
şarkı söylüyor uzaklarda bir çocuk
dinliyor musun
çoook uzaklarda
ruhum kayboldu onsuzlukta
gözlerim onu arıyor geri getirirmiş gibi
yüreğim
onu
ve
yanımda değil o
anlıyor musun
hepsi bu
aynı gece ağartıyor aynı ağaçları
bir zamanlardaki biz
artık aynı değiliz
sevmiyorum artık onu!
doğrudur
oysa
ne çok sevmiştim
sesim rüzgarı kollardı kulağına değmek için
başkasının
bir başkasının olacak
sesi
ışıltılı teni
derin gözleri
bir zamanlar
öpüşlerime ait olduğu gibi
artık sevmiyorum ya
bilmem ki
severim yine belki
sevda
o denli kısa
nisyan
öylesine uzun ki
çünkü
benzer gecelerde sarıldım kollarımla
kaybolup gider ruhum onsuzlukta
bu
bana yaşattığı en son acı
ona yazdığım
en son şiir de olsa
bu gece
en hüzünlü şiiri yazabilirim
yazabilirim örneğin
“Gece yıldızlarla dolu
ve yıldızlar
masmavi titreşiyor uzakta
şarkı söyleyip esiyor gece rüzgarı."
16 Aralık 2018 Pazar
mental çöküş
Kara tahtanın bir defa dahi silgi yüzü görmemiş, dokunulması imkansız köşesinde duran beyaz tebeşirle atılmış bir noktayım ben. Çığlıkları duyulmamış, asla görülmemiş, sonsuz bir hiçlik helezonu içinde serotoninden yoksul kanıyla yol alan.
Çektiğim tarifsiz acının hiçbir sebebi yok.
Acı etimde değil.
Acı kalbimde değil.
Acı tamamen beynimde kendi yarattığım kuruntuların insanların sonsuz düşünce ve hareket olasılıklarıyla birleşmiş, elimde kalan son duyguların mayhoş kokusuna mahkum, elleri annesine sarılmışcasına zavallı bir şekilde idam edileceği elektrikli sandalyeye bağlanmış ufak bir bebeğin ruhuma damlayan siyah gözyaşlarında.
Ben ağırca ele geçirildim O'nun tarafından.
Sanki istediğim yol bu gibiymişçesine ama bilmiyordum olmadığını.
Büyük sorunlarım dertlerim yok fakat her geçen gün zaman ve
mekandan kopmaya olan isteğim artıyor.
Varlığım her gün yaşlanırken, yokluğum her gün gençleşiyor.
15 Aralık 2018 Cumartesi
de rerum natura/şeylerin doğası
ilkemiz şu olacak konuya girerken
hiçten
hiçbir şey yaratılamaz tanrısal güçle
ve doğa
hiçbir şeyi indirgemez hiçliğe
ölümlülerin bunca korkuya kapılmaları
yerde ve gökte tanık oldukları olaylara
gözle görünür bir neden bulamamalarındandır
kolaydır tanrının istemiyle açıklamak bunları
ama biz
daha açık seçik göreceğiz önümüzdeki yolu
hiçten
hiçbir şey yaratılamayacağını kavrayınca
mesela
şeylerin nasıl oluştuğunu
ve
nasıl var olduğunu
anlayacağız ilkemiz doğrultusunda
bir kere hiçten yaratılmış olsaydı varlıklar
her türlü varlık her kaynaktan doğardı
özü olmazdı hiçbirinin
insan denizden çıkardı
pullu balık topraktan
ve kuşlar gökten türerlerdi durup dururken
sürüler
kuytularda üreyen yabanıl hayvanlar
ekili ya da çorak toprakları doldururlardı
aynı ağaçlarda bitmezdi hep aynı yemişler
elbet değişirlerdi
her ağaç
her yemişi verirdi
kendine özgü doğurgan gövdelerden oluşmasaydı
neden her varlık doğsundu farklı tür anadan
imdi
her varlık kendi özünü barındırdığından
ancak
uygun dokunun
uygun atomların bulunduğu yerden doğar güneş ışıksız dünyaya
bu yüzden
her şey
rastgele doğamaz her şeyden
özel gücü özündedir doğumunu hazırlayan
mesela neden baharda açılır gül
ekin olgunlaşır yazın
ve üzüm neden büyüsüne kapılır güzün
özlük özellikleri elverişli anda toparlanmayınca
ortaya çıkıp
varlıklar gelişmeseydi
dirim bağışlayan toprak
en uygun mevsiminde
onları korumasız sürer miydi ışıklı dünyaya
hiçlikten doğsalardı zaman gözetmeden
olmadık aylarda ürerlerdi elbet ansızın
ilksel gövdeleri olmadığından
ve
dahası
özlerinin doğasında bulunan
serpilmeleri de belli bir süreçle belirlenemezdi
mesela bebekler birdenbire büyüyüverir
ağaçlar dilediklerinde bitiverirdi topraktan
ama öyle değildir doğanın yasası
biliyoruz
doğada usul usul gelişir varlık
kendine özgü yapıyı taşıyarak kendinde
kendine özgü maddesiyle
çoğalır ve beslenir
dahası da var
çıkagelmezse mevsim sağanakları
veremez yüzgüldüren ekini toprak
besinsiz kalınca da üreyemez hayvanlar
ve sürdüremezler dirimlerini
atomları yadsıyan kuramın tersine
ortaktır çoğu öğeler
etkiler birbirini durmadan varlıkların çoğunda
tıpkı ayrı sözcüklerdeki harfler gibi
düşünelim
neden öylesine büsbüyük yaratmamış doğa
ki
yürüyerek geçememiş insanlar okyanusu
elleriyle devirememişler dağları
ve
sürdürememişler yaşamlarını kuşaklar boyu
çünkü varlık
doğumu için özel bir doku ister
kendi yapısının niteliğini belirleyen
demek ki
hiçbir şey oluşamazmış hiçlikten
çünkü her varlık
dayanıksız havaya çıkmadan
kendi sebebini kendi taşımalıdır
son olarak görüyoruz ki
işlenmemişten daha yetkindir
işlenmiş topraklar
ve emeğin değdiği yer
tatlı yemişlerden geçilmez
çünkü öyle tohumlar gizlidir ki toprakta
sabanla alt üst ettiğimizde
uyarırız verimliliklerini onların
yoksa çabamıza gereksinmeden
ulaşırlardı yetkinliğe
ikinci ilke
kurucu atomlarına ayırır bileşikleri doğa
ve hiçbir şeyi indirgemez hiçliğe
eğer öğeler yok edilir nitelikte olsa idiler
yitip giderlerdi nesneler
birdenbire
bağlantıları kopartmak
ayırmak için parçaları
güç harcamaya bile gerek kalmazdı
ne ki
yok edilemez tohumlardan oluştuğundan her şey
hiçbirinin yitmesine göz yummaz doğa
çatlaklardan içeri kırıp çözüştüren
ya da
bir vuruşta yıkan bir güç olmadıkça
öz dokuları tükenen varlıklar
yeryüzünden silinebilseydi hepten
hangi kaynaktan türetirdi venüs bunca çeşit canlıyı
nasıl sürerdi yaşam ışığına
kendisine döndüklerinde
nasıl bulurdu her keresinde toprak
türlerin gelişmesi için gereken özel besinleri
nereden tazelenirdi deniz
ona kavuşan ırmak
ve esir nereden beslerdi yıldızları
zamanın uzun dilimi
karanlık geçmiş
elbet tüketebilirdi ölümlü gövdeleri
oysa sonsuz geçmişte
evreni durmaksızın yenileyen gövdeler süregelmişse eğer
ölümsüzdür onlar
hiçbir varlık
hiçliğe indirgenemez o zaman
yani
hiçten
hiçbir şey yaratılamaz tanrısal güçle
ve
doğa hiçbir şeyi indirgemez hiçliğe.
MÖ. ~60 Lucretius
hiçten
hiçbir şey yaratılamaz tanrısal güçle
ve doğa
hiçbir şeyi indirgemez hiçliğe
ölümlülerin bunca korkuya kapılmaları
yerde ve gökte tanık oldukları olaylara
gözle görünür bir neden bulamamalarındandır
kolaydır tanrının istemiyle açıklamak bunları
ama biz
daha açık seçik göreceğiz önümüzdeki yolu
hiçten
hiçbir şey yaratılamayacağını kavrayınca
mesela
şeylerin nasıl oluştuğunu
ve
nasıl var olduğunu
anlayacağız ilkemiz doğrultusunda
bir kere hiçten yaratılmış olsaydı varlıklar
her türlü varlık her kaynaktan doğardı
özü olmazdı hiçbirinin
insan denizden çıkardı
pullu balık topraktan
ve kuşlar gökten türerlerdi durup dururken
sürüler
kuytularda üreyen yabanıl hayvanlar
ekili ya da çorak toprakları doldururlardı
aynı ağaçlarda bitmezdi hep aynı yemişler
elbet değişirlerdi
her ağaç
her yemişi verirdi
kendine özgü doğurgan gövdelerden oluşmasaydı
neden her varlık doğsundu farklı tür anadan
imdi
her varlık kendi özünü barındırdığından
ancak
uygun dokunun
uygun atomların bulunduğu yerden doğar güneş ışıksız dünyaya
bu yüzden
her şey
rastgele doğamaz her şeyden
özel gücü özündedir doğumunu hazırlayan
mesela neden baharda açılır gül
ekin olgunlaşır yazın
ve üzüm neden büyüsüne kapılır güzün
özlük özellikleri elverişli anda toparlanmayınca
ortaya çıkıp
varlıklar gelişmeseydi
dirim bağışlayan toprak
en uygun mevsiminde
onları korumasız sürer miydi ışıklı dünyaya
hiçlikten doğsalardı zaman gözetmeden
olmadık aylarda ürerlerdi elbet ansızın
ilksel gövdeleri olmadığından
ve
dahası
özlerinin doğasında bulunan
serpilmeleri de belli bir süreçle belirlenemezdi
mesela bebekler birdenbire büyüyüverir
ağaçlar dilediklerinde bitiverirdi topraktan
ama öyle değildir doğanın yasası
biliyoruz
doğada usul usul gelişir varlık
kendine özgü yapıyı taşıyarak kendinde
kendine özgü maddesiyle
çoğalır ve beslenir
dahası da var
çıkagelmezse mevsim sağanakları
veremez yüzgüldüren ekini toprak
besinsiz kalınca da üreyemez hayvanlar
ve sürdüremezler dirimlerini
atomları yadsıyan kuramın tersine
ortaktır çoğu öğeler
etkiler birbirini durmadan varlıkların çoğunda
tıpkı ayrı sözcüklerdeki harfler gibi
düşünelim
neden öylesine büsbüyük yaratmamış doğa
ki
yürüyerek geçememiş insanlar okyanusu
elleriyle devirememişler dağları
ve
sürdürememişler yaşamlarını kuşaklar boyu
çünkü varlık
doğumu için özel bir doku ister
kendi yapısının niteliğini belirleyen
demek ki
hiçbir şey oluşamazmış hiçlikten
çünkü her varlık
dayanıksız havaya çıkmadan
kendi sebebini kendi taşımalıdır
son olarak görüyoruz ki
işlenmemişten daha yetkindir
işlenmiş topraklar
ve emeğin değdiği yer
tatlı yemişlerden geçilmez
çünkü öyle tohumlar gizlidir ki toprakta
sabanla alt üst ettiğimizde
uyarırız verimliliklerini onların
yoksa çabamıza gereksinmeden
ulaşırlardı yetkinliğe
ikinci ilke
kurucu atomlarına ayırır bileşikleri doğa
ve hiçbir şeyi indirgemez hiçliğe
eğer öğeler yok edilir nitelikte olsa idiler
yitip giderlerdi nesneler
birdenbire
bağlantıları kopartmak
ayırmak için parçaları
güç harcamaya bile gerek kalmazdı
ne ki
yok edilemez tohumlardan oluştuğundan her şey
hiçbirinin yitmesine göz yummaz doğa
çatlaklardan içeri kırıp çözüştüren
ya da
bir vuruşta yıkan bir güç olmadıkça
öz dokuları tükenen varlıklar
yeryüzünden silinebilseydi hepten
hangi kaynaktan türetirdi venüs bunca çeşit canlıyı
nasıl sürerdi yaşam ışığına
kendisine döndüklerinde
nasıl bulurdu her keresinde toprak
türlerin gelişmesi için gereken özel besinleri
nereden tazelenirdi deniz
ona kavuşan ırmak
ve esir nereden beslerdi yıldızları
zamanın uzun dilimi
karanlık geçmiş
elbet tüketebilirdi ölümlü gövdeleri
oysa sonsuz geçmişte
evreni durmaksızın yenileyen gövdeler süregelmişse eğer
ölümsüzdür onlar
hiçbir varlık
hiçliğe indirgenemez o zaman
yani
hiçten
hiçbir şey yaratılamaz tanrısal güçle
ve
doğa hiçbir şeyi indirgemez hiçliğe.
MÖ. ~60 Lucretius
11 Aralık 2018 Salı
ebediyata edebiyat
bu edebilik beni öldürüyor
her şeyde bir kafiye arıyorum
düşe kalka okuyorum yazılanları
hakkımda söylenenleri
notalarına ayırıyorum
devrik cümleler kuruyorum
olur olmadık zamanlarda
öyledir ya
yakanı bırakmaz yazdıkların
okudukların
izlediklerin
dinlediklerin
her oluştan bir anlam çıkartırsın
her yokluktan bir varlık
şiirlerle karşılık verirsin bir gülüşe
her kelime
bir başkasını çağrıştırır
bazı sokaklar
kitap oluverir gözünde
bazı insanlar
şarkıları andırır
kaldırımlar bile bakmaz artık yüzüne
söyler durursun düşündükçe
solucanlar diyarına
gökyüzünden bakmak
krallarla tanrıcılık oynamak
bir de
büyük okyanusta yüzmek istiyorum
küçük dağlar bana selam vermiş
büyüklerin hadsizliği tutuktur
mesela
türk aristokrasisinden bahsedilebilir mi?
bilmiyorum
yalnız
karıncalara üzülüyorum
onlar küçük
ve
dünya kocaman
üstelik
büyük nedir bilmezler
neyse
ayrılıyorum bu şiirden
edebilik tutmadan
mümkünse
bu ebedilik beni öldürüyor
her şeyde bir sınır arıyorum
düşe kalka yaşıyorum hayatı
deneyimlediklerimi
yıllarına ayırıyorum
devrik hayaller kuruyorum
olur olmadık zamanlarda
öyledir ya
yakanı bırakmaz yaşadıkların
tanıştıkların
görüştüklerin
gülüştüklerin
her anı bir yokoluştur
her hayal olası bir varlık
rüyalarda uyursun kimileri
sesler
bir farklı gelir kulağına
kimileri
bir silüet görür
bir tanrı yaratırsın
toz oluverir ansızın
zerresi bile kalmaz yalnızlığının
özler durursun düşündükçe
tanrılar diyarına
yeryüzünden bakmak
sefillerle kralcılık oynamak
bir de
büyük sahrada yürümek istiyorum
küçük dağlar çiçek açmış
büyüklerin başı dumanlı
mesela
kuantum mekaniğini temele aldığımızda paralel evrenler teorisi deneysel midir?
bilmiyorum
yalnız
karıncalara üzülüyorum
onlar küçük
ve
dünya kocaman
üstelik
büyük nedir bilmezler
neyse
yaşıyorum bu hayatı
ebedilik haybeden
mümkün.
parantez
Aç parantez
estetik değer taşıyan
3 şey vardır
kadınlar
kediler
ve
kuantum mekaniği
3. sünden pek emin değilim
Kapa parantez
9 Aralık 2018 Pazar
Müstefilatun
bu gece
biraz-ı-cık üşüyorum
üstelik
yıldızlar da yok tepemde
rica ediyorum
bayanhiçkimse
bana bir yıldız seçin
perdenin arkasında
sisin sakladıklarından
bu koca şehir
adıyla
sanıyla
ankara
sisin sakladıklarından
perdenin arkasında
soruyorum şimdi
perdenin hangi tarafından dünyayı seyredebilirsiniz?
yıldızları gözükmeyen dünya
dünya mıdır?
yoksa
toprak mıdır
onu kendisi yapan?
bilmiyorum
dediğim gibi
yalnız
karıncalara üzülüyorum
dünya çok soğuk
üstelik
onlar
ateş yakmak bile bilmezler
ateşi arıyor gözlerim
göz kapaklarım
kışa kesiyor
tenim ayaza
kış doluyorum durup durup
güçsüzlüklerimi
kapıların kulplarına astım
hüzünlerimden de
koleksiyon yapıyorum
bu gece
çok üşüyorum
aşk olsun
bayanhiçkimse
bana bir yıldız seçin
okurken zihninizi tartaklayan
tekrarlanmış sözcüklerim
bu boğumsuz parmakların arasından
kayıyor izinsizce
kötü el yazım da cabası
küfür misali şiire
kulağımda çınlayan
eski bir edebiyat dersi
şiir diyor
belli ölçülerle yazılır
MefailünFailünFailatun
bir zamanlar tanıdığım
pek neşeli bir çocuk vardı
dilinde beylik bir laf
her şey şiirdir
şiir ise hiçbir şey
şimdilerde
notlar alıyorum
kırmızı kapaklı defterime
sanki
bir zamanlar tanıdığım
o neşeli çocuk değilmişim gibi
yeni bir sayfa
bir de şiirin ismi
MefailünFailünFailatun
Çattık belaya müstefilatun.
8 Aralık 2018 Cumartesi
dolaylı tarifsizlik
soruyorum ya sana
"sen hiç seni sevmeyi unuttun mu?" diye
derken yüzüne bir bahar yayılıyor, tazecik
kokluyorum ben o baharın gelişini ah bir görsen içim nasıl sıcak
oysa bu öyle bir bahardı ki ellerimi sardı kanıyla
oysa bu öyle bir bahardı ki
tarifsiz.
soruyorum ya sana
"sen hiç bir baharda yoruldun mu?" diye
bilmiyorsun,
hiç görmedin
ben ne zaman sana gelsem
kaldırım kenarlarındaki sokak lambalarını saydım, bilmedin
bilmedin dans etmeyi düşledim hayat manzarasında
topuklu ayakkabılar giymek istedim ben gülerek geçip gittiğim her yolda, sen hiç bilmedin
sonu sana çıkan sokaklarda yankılanmak istedim
en güzeli de,
ben her sabah sana bakan bir saat olmak istedim
şimdi soruyorum sana
sen hiç gördün mü beni bir kahvaltı sofrasında?
3 Aralık 2018 Pazartesi
isimsiz
benden bir adım
senden bir yarım
yürüyoruz bu yolu bir taraftan
soğukla tanışıyor bedenlerimiz
ellerimiz değiyor ansızın
sanki bir yangın yerindeyim
köşeyi dönüyoruz
beğenmiyoruz vardığımız yeri
sırtımızı dönüyoruz
bir şeyler var sanki bu havada
rüzgarın boğazı dolu
sesi titremiş
yine de
yürüyoruz bu yolu
senden bir cesaret
benden bir yarım
gecelere pay bırakıyoruz
uykulardan çalıyoruz
çaldıklarımızı aldıklarımıza
oradan da
birbirimize katıyoruz
yürümeye devam ediyoruz derken
sen
onca soru işaretinin arasında
bir sahne kuruyorsun
perde ellerime bakıyor
açtığımda bir oyun karşılıyor beni
açmasam ne bulacak gözlerim
açarsam ayıp olur gibi
yürüyoruz bu yolu
ama
sonunu göremiyoruz
sen görmeyi dilerken
ve
sen oyunun içindeyken
ben
yolun ortasında duruyorum
adımlarım kesiliyor
zihnim bulanıyor
anlamayı deniyorum
sonunu görmek istemiyorum
yalnızca yürümek geliyor içimden
bazen daha az
bazen daha fazla
dönüyorum ışığa
bir şeyler oluyor içimde
hissediyorum
bana ait bir sahne
perde benim ellerim
sana bahşedilmiş bir oyun işleyişi
ve
bana biçilmiş bir rol
oynuyorum
benden bir adım
bir adım daha
sonra bir adım daha benden
bedenim soğuk
ellerim kenetli
kulaklarım donuyor sessizliğinden
köşeyi dönüyorum
beğeniyorum vardığım yeri
hava ne güzel bugün
soğukça biraz ama
bir şey diyecek sanki
rüzgarın boğazı dolu
sesi titremiş
yine de
bir adım daha atıyorum
biraz cesaret
bir adım daha
gündüzlere pay bırakıyorum
uykularımı uyumuyorum
bıraktığım payların paydaları
bırakmıyor yakamı
benden bir adım daha
bir adım daha benden
kaldırım taşları hoşuma gidiyor
bir şeyler var bu yollarda
evlerin önünde çocuklar
biraz da kedi mırıltıları
güzel bir şeyler
mutluluk kırıntıları
tam geri dönecekken
bir esmedir başlıyor rüzgar
bir şey diyecek gibi
boğazı dolu
sesi titremiş
dinlersem ne karşılar beni
dinlemezsem ayıp olur gibi
yürüyorum bu yolu ama sonunu göremiyorum
ben görmeyi dilerken
ve
ben oyunun içindeyken
sen
yolun ortasında duruyorsun
adımların kesiliyor
zihnin bulanıyor
anlamayı deniyorsun
sonunu görmek istemiyorsun
yalnızca yürümek geliyor içinden
bazen daha az
bazen daha fazla
dönüyorsun ışığa
bir şeyler oluyor içinde
hissediyorum
sana ait bir sahne
perde senin ellerin
bana bahşedilmiş bir oyun işleyişi
ve
sana biçilmiş bir rol
oyna
Şahıssızyazar&Feveran
Kaydol:
Yorumlar (Atom)









