28 Ekim 2018 Pazar
Hâlâ
Solgun türküler dökülüyor dudaklarımdan
Yıldızsız gecelerde duvarları izliyorum
Deniz griye çalıyor sen ona bakmadıkça
Sokak lambaları bir değişik yanıyor
Kedileri pek görmüyorum artık bizim sokakta
Sessizce eve yürüyorum
Eve geldiğimde kapının yer değiştirdiğini fark ediyorum
Diğer taraftan açılırken daha çok severdim bizim kapıyı
Bunalıyorum, dışarı çıkmak istiyorum
Haziran geldi, hâlâ hırkasız çıkamıyorum
Galiba hâlâ yazı özlüyorum
Sırtınla yüzleşirken daha bir üşüyorum sanki
Ürperiyorum en derinlerime kadar
Soğuk ve güneşsiz geçiyor günler
Çiçekler erkenden soldu bu yıl
Menekşeler siyaha çalıyor
Bahçemiz rengarenkken daha çok severdim bizim bahçeyi
Sesini duymak istiyorum
Masallar anlatmıyorsun
Acı kurgular anlatıyorsun
Ben varken yanımdakine soruyorsun saati
Ben varken yanımdakilere gülümsüyorsun
Gözlerimin içine bakamıyorsun bile artık
Gözlerin gözlerimdeyken daha çok severdim seni
Sen ise hâlâ denize bakmıyorsun
25 Ekim 2018 Perşembe
Lehayim
"Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmak isterdim
Yaşama dair bir şeyler var içerimde
Ufak tefek kırıntılar var
Bir fareyim de peşlerine düşmüşüm sanki
Geberiyorum sanki açlıktan
Geberiyorum sanki düşünmekten
İzini çoktandır kaybettiğim o estetik mihrağın
Seyirlik ışıltısı
Düşlerime bile uğramıyor artık
Ben de yazmıyorum onu
Olur olmadık zamanlarda
Sözsüz
Yazısız
Habersiz bir anlaşma gibi bu
Yazmıyorum yazmamasına da
Yağmur yağıyor akşamları
Yapışıyor bir su birikintisinden paçalarıma
Yanımda taşıyorum dinene kadar
Çıplak ıslaklığı işliyor çarpık bileklerime
Oradan da kalemime giden uzunca bir yolculuğa çıkıyor kimileri
Düpedüz korkaklık bu
Kalemimden korkuyorum
Dingin bir koku var solucanlar diyarında
Benim için sessizleşmiş sanki Ankara
Yazmalıyım bir şeyler
Düşmüyor paçamdan başka türlü
Kalemimin zuhur ettiği her kelime
Bir yağmur damlası olup alçalıyor üstüne çalıların
İnerken bakıyor bütün şehre
Pus ve kasvet..
Yaşanmışlıklar var diplere doğru
Sanki büyük ayıplarmışçasına
Anılarımı saklıyor şu koca gri oluşum
Gri desem de aldırmayın
Rengi yoktur bu şehrin hiç
Anıların rengi vardır çoğu zaman
Hatırlarım
Yoksa kör eder insanı
Bu sokaklar
Bu ahmak su birikintileri
Bu yamalı yol
Karşıdaki seyyar simitçi
Şakaklarıma yağan şu yağmur....
Kör eder insanı
Hatırlarım
Aşk derler belki de renklidir zanlarınca
İstek derler belki de hevesleri vardır
Derim ki
aşk değil ihtiras
istek değil arzu
kısasından bir motto bu da
'Lehayim' derim
Ardından 'hayata'
Renksiz bu düş
Yaşama dair bir şeyler vardı içerimde
Ufak tefek kırıntılar
Bir fareydim de peşlerine düşmüştüm sanki
Geberdim açlıktan
Geberdim düşünmekten
gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.
23 Ekim 2018 Salı
Abaküs
Bilmediğim bir şehirde yokuş yukarı çıkıyorum. Yokuşun sonunda ne var, onu bile kestiremiyorum. Tanıdık bir ses, adımlarımı sayarsam işimin kolaylaşacağını söylüyor.
Adımlarımı sayıyorum: bir, iki, üç, dört...
Tanımadığım bir bedene dokunuyorum. Islak saçları yüzüme dökülüyor. Nefesim onun nefesine karışıyor. Bana, nefeslerimi sayarsam işimin kolaylaşacağını söylüyor.
Nefeslerimi sayıyorum: bir, iki, üç, dört...
Bazı geceler uyku tutmuyor. Bir mum yakıp sürekli muma bakıyorum. Alev dalgalandıkça düşüncelerimi siliyorum. Bazılarıysa silinmiyor. Düşüncelerimi sayarsam işim kolaylaşır sanıyorum.
Düşüncelerimi sayıyorum tek tek: bir, iki, üç, dört...
Yıllar öncesinden, önemsiz görünen anılar geliyor aklıma, arada bir. Anılarımda olan insanların çoğu orada kaldılar. Büyüdük, değiştik, koptuk. İçimden bir ses onları anarsam daha huzurlu olacağımı söylüyor.
Kaybettiğim arkadaşlarımı sayıyorum: bir, iki, üç, dört...
Özgür olmak istediğimden, kaçıp kurtuluyorum sevdiklerimden. Ailem ardımda gün sayıyor. Kendi kendime tekrar ediyorum; neye tutunursan, senin kelepçen olur.Tekrar ederken ayaklarımı sıkı sıkı basıyorum yere. Sonra alabildiğine yürüyorum. Bir zamanlar birisi bana, yürürsem mutlaka bir yere ulaşacağımı söylemişti.
Yürürken beni ben yapan şeyleri sayıyorum: bir, iki, üç, dört...
Bir masal geliyor aklıma, nedensiz. Keşke çocukken daha fazla masal dinleseymişim, diyorum, annemden kalan daha fazla parçam olurmuş. Otuz yıllık gümüş bir yüzüğü çeviriyorum işaret parmağımda.
Bildiğim masalları sayıyorum sonra: bir, iki, üç, dört...
Bazen çok korkuyorum. İşte öyle zamanlarda, alışkanlık bu ya, gözlerimi sımsıkı kapatıyorum ve en iyi bildiğim duayı okuyorum. Tek başımayken bile güçsüz olmadığımı bilmek istiyorum, yol virajlandığında bir yere tutunmak istiyorum. Sonra, kaç dua bilirim, merak ediyorum.
Bildiğim duaları tamı tamına söyleyerek sayıyorum: bir, iki, üç, dört...
Dik yokuşu tırmana tırmana bitiriyorum bu arada. Gördüğüm manzara nefesimi kesiyor, dilim tutuluyor. Tüm şehir ayaklarımın altında duruyor, tüm geçmişimi yokuşta bırakmışım.
Sonunda, diyorum.
Sonunda evimdeyim.
Gözlerimi kapatıyorum, ayaklarımı yere sıkı sıkı basıyorum, kardeşimi hatırlıyorum, yüzüğüme dokunuyorum, bir dua mırıldanıyorum.
Nefesimi tutuyorum: bir, bir, bir, bir...
Adımlarımı sayıyorum: bir, iki, üç, dört...
Tanımadığım bir bedene dokunuyorum. Islak saçları yüzüme dökülüyor. Nefesim onun nefesine karışıyor. Bana, nefeslerimi sayarsam işimin kolaylaşacağını söylüyor.
Nefeslerimi sayıyorum: bir, iki, üç, dört...
Bazı geceler uyku tutmuyor. Bir mum yakıp sürekli muma bakıyorum. Alev dalgalandıkça düşüncelerimi siliyorum. Bazılarıysa silinmiyor. Düşüncelerimi sayarsam işim kolaylaşır sanıyorum.
Düşüncelerimi sayıyorum tek tek: bir, iki, üç, dört...
Yıllar öncesinden, önemsiz görünen anılar geliyor aklıma, arada bir. Anılarımda olan insanların çoğu orada kaldılar. Büyüdük, değiştik, koptuk. İçimden bir ses onları anarsam daha huzurlu olacağımı söylüyor.
Kaybettiğim arkadaşlarımı sayıyorum: bir, iki, üç, dört...
Özgür olmak istediğimden, kaçıp kurtuluyorum sevdiklerimden. Ailem ardımda gün sayıyor. Kendi kendime tekrar ediyorum; neye tutunursan, senin kelepçen olur.Tekrar ederken ayaklarımı sıkı sıkı basıyorum yere. Sonra alabildiğine yürüyorum. Bir zamanlar birisi bana, yürürsem mutlaka bir yere ulaşacağımı söylemişti.
Yürürken beni ben yapan şeyleri sayıyorum: bir, iki, üç, dört...
Bir masal geliyor aklıma, nedensiz. Keşke çocukken daha fazla masal dinleseymişim, diyorum, annemden kalan daha fazla parçam olurmuş. Otuz yıllık gümüş bir yüzüğü çeviriyorum işaret parmağımda.
Bildiğim masalları sayıyorum sonra: bir, iki, üç, dört...
Bazen çok korkuyorum. İşte öyle zamanlarda, alışkanlık bu ya, gözlerimi sımsıkı kapatıyorum ve en iyi bildiğim duayı okuyorum. Tek başımayken bile güçsüz olmadığımı bilmek istiyorum, yol virajlandığında bir yere tutunmak istiyorum. Sonra, kaç dua bilirim, merak ediyorum.
Bildiğim duaları tamı tamına söyleyerek sayıyorum: bir, iki, üç, dört...
Dik yokuşu tırmana tırmana bitiriyorum bu arada. Gördüğüm manzara nefesimi kesiyor, dilim tutuluyor. Tüm şehir ayaklarımın altında duruyor, tüm geçmişimi yokuşta bırakmışım.
Sonunda, diyorum.
Sonunda evimdeyim.
Gözlerimi kapatıyorum, ayaklarımı yere sıkı sıkı basıyorum, kardeşimi hatırlıyorum, yüzüğüme dokunuyorum, bir dua mırıldanıyorum.
Nefesimi tutuyorum: bir, bir, bir, bir...
16 Ekim 2018 Salı
13 ekim cumartesi 1.17
Gözümden akan tek bir damla yaş, başım eğik, elmacık kemiğime doğru akıyor. Bir kaç saniye sonra bir insan tarafından ezilecek salyangozun pek ağır hareketlerine yakın hızda.
Sanki yanağıma ufak bir ıslaklık bıraktıktan sonra sonsuzluğa kadar aynı ağırlıkta düşecek ama sonsuz yolculuğuna çıkmak üzere suratımı terk edemeden kuruyor orada.
Artık gözlerimi açmak istemiyorum ne karanlığa ne de aydınlığa. Hatta hayal edebileceğim en güzel şeyi tam karşımda bulacağımdan emin olsam bile.
Artık yüksekler korkutucu değil ilgi çekici geliyor, sanki aşağısı çok sevilen biri gibi kollarını açmış beni bekliyor.
Ne oldu da bu hale geldim demekten kendimi alamıyorum var olan her şey gibi bi anlamı olmadığını düşünsemde.
Ben mi kendimi bu hale getirdim yoksa başka şeyler mi bu yöne itti bilinmez.
Ya gerçekten birden fazla kişiyle yaşıyorum ya da (klişe ama) içimde bir ölü yarattım.
Diğer bir yandan yaşamak istiyorum her anı, tatmak istiyorum var olan tüm zevkleri.
Gülücükler saçmak etrafa, bir masayı paylaşmak dostlarımla; yeşil ve mavinin en huzur veren halini kucaklamak, gri gökyüzünden düşen her yağmur damlasını başımda hissetmek kalbi okşayan her sözcük gibi.
Nirvanasına denizin üstünden kızıllığını her tarafa dağıtan güneşle ulaşacak bir günün öğle vaktinde tenimi yakmasını; bacaklarım son demlerindeyken gücünün, Zerdüşt ile düşüncelerim kadar bulanık ve belirsiz bir yolda yürümeyi...
Her zaman toplumun sıradan bir parçası olup sonradan mı ayrıldık yoksa zamanla uyum sağlamayı mı öğrendik?
Tüm etik ve ahlakı bir kenara bırakın. Hatta daha ötesi; temelini insanın oluşturduğu her şeyi yok sayın. Çünkü siz de birer insansınız, başkalarının fikirleri ve oluşturduğu kavramlarla değil, kendi zihninizin sınırları ile yaşayın.
Kendiniz için yaşayın.
7 Ekim 2018 Pazar
'Lakırtı'
EDİ: Kaderci değilim ama her şeyin bir sebebi olduğuna inanıyorum. Hayat hepimizden daha zeki çünkü.
BÜDÜ: Beylik laflar etmeye gerek yok bence hayat sadece düşündüğümüzden daha kaotik. Ve nedensellik ilkesi din konusunda çürüyeli 1000yıl kadar oldu sanıyorum. Tanrı kendinden başka neden barındırmaz. Barındırsaydı eğer bu neden tanrı olurdu ve bizi sonu olmayan bir araştırmaya götürürdü.
EDİ: Bu nedensellik ilkesinden daha bağımsız bir şey. Varoluşla alakalı. Enerjilerle ve yaşamla.
BÜDÜ: Tamam sebepler ve sonuçlar vardır fakat deterministik bir ilkeyle işlemez her zaman. Düşündüğümüzden çok daha kaotik. İşi var oluşa veya enerji meselesine getirirsek yaratıcıya ihtiyaç duyarız kısmi tutarsızlık olur çünkü sorgu sonucu yarattığımız deist tanrıyı yanlışlayamam.
EDİ: Bu sadece mantıkla ulaştığım bir şey değil. Ben tanrıyı aramam zaten onun bir parçasıyım, herkes gibi. Dolayısıyla hepimiz aslında biriz. Birbirimizin farklı bedenlerle şekillenmiş haliyiz . Farklı yaşam şekillerini tecrübe ediyoruz ve birbirimize dokunuyoruz Bu tesadüf veya şans olamaz bence.
BÜDÜ: Panteizm ve pananteizm bilim karşısında tamamen çaresizdir BigBang gibi bir de BigCrunch teorisi var ki kütle çekimin varlığı bunu olası gösteriyor evren yok olursa tanrı da yok olur bu tanrı da mutlak olamaz.
EDİ: Bizim bilimimiz o kadar ilkel ki bu bahsettiğim şeyi tam anlamıyla kavramamız neredeyse imkansiz. Her şeyi anlamak demek bu. Her şeyi..
BÜDÜ: Ama çıkış noktası tasavvuf olduğu için daha iyi bir kanıt bulunana kadar bilimi takip etmek daha mantıklı gözüküyor. Ki tanrı hakkında bilimsel kanıt bulunamayacak bir olgu oldugu için inançlı insanlar ne yazık ki bilimin öğretisine boyun eğmek zorunda kalırlar en azından bir süre kadar sonra. Şans ve tesadüf hakkında Fermi Paradoksuna bir göz atmalısın tatlı bir öğreti.
(https://youtu.be/sNhhvQGsMEc)
(https://youtu.be/1fQkVqno-uI)
EDİ: Ama aslına bakarsan bilimden pek bağımsız şeyler de değil söylediklerim.
BÜDÜ: Temelsiz bir hipotezdir henüz hatta gerçekçi olursam metefiziğin içindedir şuan ileride elbet elle tutulur şeyler elde edilebilir ama bu kadar büyük bir konuda "her şeyi" bilmekten bahsedip baştan temellendirme argümanına sahip olmamak pek iç açıcı gözükmüyor gibi.
EDİ: Var aslında hatta çok da ünlü. Paralel evrenler mesela?
BÜDÜ: BigBang ve BigCrunch'a uymama olasılığı olan bir şeyin paralel evrenler adı altında konuşulması garip olmaz mı? Yani hatırlıyorum bahsettiğin şeyi ama zaman çizgisin sonu olduğu bir evren/çoklu evren sisteminde içkin tanrıdan söz edilemez gibi .Ki kütle çekim zaman çizgisini sonlu kılacaktır.
EDİ: Her şeyi bir sebeple açıklamıyorsan kendi varoluşunu neyle açıklıyorsun?
BÜDÜ: Kısa vadede konuşursak anlaşılmakla açıklıyorum Descartesin biraz üzerine koyarak. Berkley gibi var olmak algılanmış olmak demiyorum, kendi varoluşum algıya bağlı. Deist tanrı yoluna girmiyorum çünkü kozmolojik kanıt(hudüs kanıtı) deist tanrıyı da yalanlıyor gibi gözükse de ontolojik kanıt(descartesin kanıtı-deist kanıt) yanlışlanamaz hale geliyor. Düşüncede tutarsızlığa düşmemek için bu konuda septik takılıyorum diyebilirim. Bundan kaçınsam bile ahlakın temellendirmesi problemi yakamı bırakmıyor.
(https://siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/berkley.htm)
EDİ: Öyleyse varoluşunu bir temele dayandırmıyorsun. Algılandığım kadar varım diyorsun. Benim demek istediğim sence var oluşun bir tesadüf müydü? Tanrıdan bağımsız sence var oluş amacın ne sen neden doğdun?
BÜDÜ: Milyonlarca yaşam barındıran gezegen olması gerekiyorsa fakat bildiğimiz bir dünya varsa bu tesadüftür. Tanrısız bir sistemde amaçlılık yoktur ,devinim süreklidir fakat planlı degildir bu yüzden nedensellik ilkesi tanrıyla bagımlıdır. Nedensellik yok demek tanrı da yok demektir bu konuda çalışan Gazali sırf tanrı yok dememek için nedenselliği reddetmiştir mesela. Bu arada algılandığım kadar değil anlaşıldığım kadar varım. Etimolojiye pek girmeyeceğim fakat bir kamera tarafından da algılanıyorum ama anlaşılmak biyolojik faktörler içeriyor. Evet var oluşumu bir temele dayandırmıyorum çünkü dayandıracağım tanrı temelinin var oluşunun dayanabileceği bir oluşum yok bu da mantığın kabul etmeyeceği bir durumdur haliyle.
EDİ: Fermi Paradoksunun adını bilmeden ne olduğunu biliyormuşum. Bunu açıklayan çok mantıklı birkaç şey var aslında. Ben tesadüfe inanmam her şey olması gerektiği için olur.
BÜDÜ: Örnek verebilir misin?
EDİ: String teoriye bak bir ara Stephen Hawkingin. Fermi paradoksunda uygarlıkları seviyelere ayırıyor type1 type2 dediği şey. Bilim insanları da tam olarak bu şekilde ayırıyor. Ekleyeceğim şey şu ki uygarlıklar kendi gezegeninin öz kaynaklarını kullanıp yok ettiklerinde 0 seviyesindedir. Kendi gezegenin kaynaklarını teknolojilerini geliştirmek için kullandıklarında yaşamı desteklediklerinde 1. seviye olurlar. Bunu ben değil bilim insanları söylüyor. String teoride Hawking bu gelişmişlik seviyesini boyutlarla açıklıyor. 3. boyut için derinlik uzunluk ve genişlik gibi 4. boyutun ise zaman olduğu söylüyor. Zamana bağımlıyız ama onu bükemeyiz gelecekte ve geçmişte hareket edemeyiz sadece şu anı yaşayabiliriz ve bunun kontrolü bizde değil çünkü 3. boyut algısındayız. Yani Hawking diyor ki 0 seviyesindeki bir varlık 3 boyut algısıyla yaşar ve uygarlık seviyesindeki gelişme boyut seviyesindeki artışla paraleldir. Bu da fermi paradoksunu açıklıyor. Eğer uzaylılar varsa ve bizden daha gelişmişlerse onları algılayamayız. Çünkü 1. boyuttaki bir varlığa 3. boyutu anlatamazsın. Algıları henüz gelişmemiştir çünkü. O sadece 1 boyutu biliyor zıplamanın ne olduğunu anlatabilir misin? Eğer bizden daha gelişmişlerse bizim boyutumuzda yaşamıyorlardır. Eğer bizden daha az gelismişlerse de bizi algılayamazlar.
BÜDÜ: Michio Kakudan dinlemeyi daha çok severim. The Theory Of Everything.. Einsteinın da rüyası..
EDİ: The Theory Of Everything benim de rüyam..
BÜDÜ: Bir evren içerisinde birden fazla boyut(farklı boyut yani hem 4boyutlu canlı hem 5 boyutlu canlı) barındırabilir mi? Bu teorinin işlemesi için çoklu evrenlere ihtiyacımız var. Bu evrenler arasındaki geçişlere ihtiyacımız var. Ve eğer kaotik(entropik) bir evrende yaşıyorsak düzensizlik kendini yok etme eğiliminde olacaktır. Einsteinin birleştirilmiş alanlar kuramı Heisenbergin belirsizlik ilkesine karşı çoktan yenilmiş , kaos ve entropi çoktan düzen ve entalpiyi alt etmiştir. String theory olası 11 boyutu ön görmekte. Ama deney ve gözlem yapma şansı olmadığı için bilimin kolları altından çıkmakta. Olayı felsefe alanına taşırsak hipotez bile kuramayız ki bu da ortada teori kalmaması demek.
EDİ: Hatta bundan ilahi dinler bile bahsediyor örtüşmüyor zannedilse de aslında örtüşüyor. Mesela Kuranda meleklerden va cinlerden bahsediyor. Ve diyor ki onlari göremezsiniz ama sizinle birlikte yaşarlar. Melekleri tasvir ederken ne kadar gelişmiş canlılar olduğundan bahseder doğmadıklarından artık nesli devam etme kaygısı gütmediklerinden ve cinsiyetsiz olduklarından. Aynı şeyi hawking de söylüyor. O seviyede gelişmiş bir varlık için seks çok ilkel bir durtudur. Ve soyunun devamının gelmesini isteyen varlık sayısı azalacaktır. Çünkü çocuğunun olmasını bambaşka şekilde algılar o varlık. O bir ihtiyaç değildir ya da sevilesi bir canlı. Senin parçan ve sen öyle bir seviyeye gelmelisin ki benim artık soyum devam etmeli yok olmamalıyım benim bir parçam yaşamalı diyebilmelisin. O gelişmişlikteki bir varlığın mükemmelliyetçiliğini ve algısını düşün. String Theory kabul gören bir teori
BÜDÜ: İlahi dinleri eğip bükmek tatlı bir şey değil. String Theory çok önemli bir teori ama paradoks olma yolunda ilerliyor. Felsefi tutarsızlıklarından kaynaklanıyor zannımca
EDİ: Ve bir evren içinde tabii ki birden fazla boyut barındırabilir. Bunun evrenle alakası da yok aslına bakarsan bu bizim gibi canlıların var olan evreni algılayış şekli. Yani evren bir ama her canlı bunu aynı şekilde algılamıyor. Hawking de diyor ki 10 boyut var. 10. boyuta ulaşmak evreni bütünüyle anlamak ve algılamak demek the theory of everythingle burada birleşiyor string theory ve 10. boyuta ulaşmak tanrıya da ulaşmak/ya da tanrı olmak demek fermi paradoksuyla da burada birleşiyor
BÜDÜ: Ama tanrının nedeni tartışlamayacağından bu düşünce sistemi nedeni olmayan bir şey doğuruyor. Tanrı nedensellikle beraber reddedilecek bir düsünce ama tanrının varlığı da tek başına nedenselligi yanlışlayacağı için bu felsefi olarak bir tutarsızlıktır ve felsefi tutarsızlıklar üzerine bilim yapılmaz. Yani bu teorilerin içinden tanrıyı çıkartırsak daha saglıklı devam edebiliriz. Yani Laplace'ın dediği gibi "böyle bir hipoteze ihtiyaç duymuyorum" diyebilmeliyiz. Teorinin sonucu olarak 10. boyuta ulaştığımızda tanrıyı bulursak ancak tanrı bu denklemin bir parçası olabilir.
EDİ: Tanrı ya da sen buna ne diyorsan son ya da başlangıç öyleyse?
BÜDÜ: Evvet çünkü tanrı sondur ve her şeyi bildiğimizde(eğer) onun hakkında konuşabiliriz. Teorinin sonucu tanrı olacaksa kabulumdur. Ama daha teori ilkelken işin içine tanrıyı sokmak bilime haksızlık ve teolojik bir kibir gibime geliyor. Bu arada 11. boyut(son boyut) yine zaman onu da belirteyim .10 boyut maddi 1 boyut zamani olarak geçiyor diye hatırlıyorum. "Tanrı ya da sen buna ne diyorsan son ya da başlangıç öyleyse" şöyle ki tanrı başlangıç olamaz çünkü tanrının varlığı temelsizdir yani başlangıç diye bir şeyden bahsetmek mantıksız her başlangıç kavramı bizi daha eskiye götürür mutlak yaratıcı mantığa uygun değildir. Ama son olabilir. Biz insanlığın ulaşacağı son evre belki de. Binaenaleyh tanrı sondur. Sonuçtur. Yine de içkin tanrı kavramı bu konular dışında bircok pürüz barındırıyor inanacak olsaydım pürüzsüzleştirilmiş bir deizme(aşkın tanrı) inanırdım.
EDİ: Aslında son ya da başlangıç derken tanrıdan değil bizden bahsediyordum. Yani her şeyi anlamamız demek bizim sonumuz ya da başlangıcımız olmalı.
BÜDÜ: Her şeyi anlamak olası değildir diye düşünüyorum. Fizik kara delikleri de çözünce tamamlanmış bir bilim olacak dediler bak şimdi nelerle uğraşıyorlar. Tanrı üzerine konuşulamayacak bir olgudur diyip agnostik takılmak ve teist tanrı karsısında acizmisim gibi davranmak istemiyorum fakat benim sorunum Descartes ve aşkın tanrıyla. Biraz da senin(panteist-pananteist) tanrınla. Ve bu sonlar başlangıçlar birbirini takip eden süreçler olmalı yani son bir baslangıç doğurmalı ölen evren yenisini meydana getirmeli. Blablubla..
EDİ: Çok tuhaf değil mi?
BÜDÜ: 'Öyleyse kim kurtaracak beni varolmaktan? Hayatımı toprağa veriyorum..'
Kaydol:
Yorumlar (Atom)




