19 Aralık 2019 Perşembe

Karamsar bir şeyler...



Tenime değen her yağmur damlası içimdeki ateşi södürüyormuş gibi hissettirse de, içten içe biliyorum ki daha çok harlıyordu. Şimdi az önce durduğum yere bakıyorum da gök gürlediğinden bu yana küçük bir gölcük meydana gelmiş. Herhalde oraya buraya saçtığım keder tanrıyı oldukça kızdırmış olmalı, şimdi nereye kaçarsam kaçayım şu bomboş arazide başımı eğdiğim an, bir türlü katlanamadığım o adam, bomboş bakışlarla rahatsız ediyor beni. Az önce neredeyse birkaç damlayı gözyaşı sanıyordum fakat bulutlar bile simasına katlanamaz olmuş herhalde, gitgide daha çok dağıtıyor görüntüyü. Kalabalığa katlanamıyorsanız eğer kendinizi hiç beklemediğiniz anlarda böyle ıssız boşluklarda bulmanız oldukça sıradandır. Kalabalıklar düşüncesi, saçımdan düşüp suratıma değen damlalar... Kahkaha sesleri, politik kavgalar, büyük aşklar...  Ekliyorum hemen, karamsar yazılar... İnsan ruhu bu kadar kaotik bir sistemi kaldıramayacak kadar kırılgan olabilir. Dikkatimi dağıtacak bir şeye ihtiyacım vardı, birazcık olsun dikkatimi dağıtsam her şey çok güzel olacaktı. Şu insanlar dikkatini dağıtabildikleri için gülüyor olmalılar. Yapamadım. Sığınacak küçük bir el yeterdi belki de, kışları oralar oldukça soğuk olur ve evler güzeldir ama ellerin aksine evler yürekleri ısıtmaz. Sizin soğuk ve kasvetli kentli duygularınızı taşlıyor ya da kıskanıyorum da sanmayın büyük insanlar, bu çamura kendim girdim ben, en kötüsünden şu boşluğun ortasında çirkinliklerinizden saklanmayan yıldızları görebiliyorum bazenleri. Az önce beni oldukça ürperten kara bulutlar da  yer yer aralanıp ay ışığını seyretmeme izin verdikleri için şimdi oldukça dostane görünüyorlar bana. Bir rivayete göre ay ışığını güneşten alırmış, ama ay şu dünyayı döner dururmuş. Şimdi ben de etrafında dönüyorum ama ne güneş var ne de umut, bir ışık göreli oldukça zaman oldu. Nerededir hala anlamış değilim ama mecnun da olsam biliyorum ki leyla oldukça uzakta. Adım attıkça uzaklaşıyorum şehirden, öyleyse ufuk çizgisine çok yakında varacağım. İşte tam orada güzelce dinlenip isimlerini çoktan unuttuğum simaları düşünüp yalnızlıklarına gülebilirim. Bir de şu başlamadan biten sevdalardan çok uzakta belki maftizimle uyanabilirim. Bulutlar dağılmak üzere. Şehirin ışıkları görünmüyor artık. Tanrı bütün ümitleri söndürmüş olmalı.











15 Kasım 2019 Cuma

adımdan gayrısı



adımdan gayrısını bilmiyorum

bu karanlıklar hegemonyasında

fare kapanlarından kaçarcasına şiir dişleyen bir kemirgen misali

benliğimin şiirden arta kalan kısmını unutuyorum

sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı

nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle

zaman kavramı

benim için uzak bir yanılsama sayılır artık

güneşi unuttum

yüzümü unuttum

sesimi unuttum

bir tek hüznümü unutmadım

hüznüm isyan oldu sonra

hüznüm isyan olmalıydı

isyan ki kamçısıydı şairin

ben de nasibimi aldım tabii ki bundan

sırtımda yaralar

elimde bir kalem

önümde bir kâğıt

ve ben

yazdıkça yazıyorum

bu karanlıklar hegemonyasında

yalnızlıktan kaçarcasına kalem tutan bir şair misali

benliğimin kendimden arta kalan kısmını
unutuyorum

anla(t)mak istiyorum

öyle ya da böyle

kötü bir anlatıcıyım oysa ben

ve ne zaman birisi adres sorsa

önce silaha davranıyorum

yazdıkça kalabalık oluyor sözlerim

siyah uçlu kalem kotarmıyor artık

beyaz uçlu kalemlerle çizikler atıyorum bembeyaz sayfalara

sanki…

sanki bütün heveslerim kalemtıraşın o körpe bıçağında takılı kalmış da

onları kurtarayım derken

elimi kesip kana bulamışım bütün bu aklığı

alelade bir yazarım ben

bembeyaz sayfalarda

şahıslarımı arıyorum

yağmur yağıyor

bulutlardan çok ben ıslanıyorum

güneş batıyor

karanlıktan çok ben korkuyorum

bu karanlıklar hegemonyasında

adımdan gayrısını bilmiyorum

şahıssız bir yazarım ben

ve alelade yazıyorum

anla beni…

kalbim unutmuyor bu şiiri.

Kendisiyle Yüzleşmek


Çabucak arkama baktım son defa. Ve kendimi kaçarken buldum. Neyden kaçıyorum? Nereye gidiyorum? Bir önemi var mı? Olmasa gerek. Yılların deneyimi, önemi olsa kaçmazdım. Gerekirse tüm kemiklerim parçalanacağını bilsem de ezilir; kalkar ve bir daha ezilirdim. Bir kıytı köşe bulana kadar koşuşturdum etrafta, çevremde dönüyordum. Baktım ki olmayacak, en azından şansımı denerim dedim, gölgeme sığındım. O ki karanlık ve serindi, arada sırada güvenliydi de. Bir kirpi geçerken yanımdan onu seyrettim. Yavaş yavaş geçti yanımdan; görece oldukça küçüktü ama oldukça cesur olmalıydı. Dikenlerine mi güveniyordu acaba? İnanın veya inanmayın bir insan kendine dokunulduğu zaman kirpilerden daha çok can yakar. İnsanlar kadar yalnız olmalı şu ufaklık diye düşündüm. Bir kaç saniye sonra farkettim ki kaçıyorsam eğer çok yalnız olmalıyım, en az kirpiler kadar. Gölgemi izledim, yalnız değilim, veya öyle miyim? Birinin kendini yalnız hissetmemesi için kaç iki ayaklıya ihtiyacı var? Gölgem ya çok büyüdü, ya da o da uzaklaştı benden. Her yer karanlıktı artık. Sağa baktım, sola, arkama derken... Bana doğru yürüyen bir şey, ki aynı da ben. Bütün korku içindeki hayvanların yaptığı şeyi yaptım sanırım, kükredim... Kılını bile kıpırdatmadı. Galiba ben kendimden korkuyorsam da kendim benden korkmuyordu. Sokak lambalarına koştum, gölgemi aradım, yoktu. Belki de her şeyin sonu birinin kendiyle yüzleşmesinden ibaretti. Kabul edilemez bu! Derhal yakasına yapıştım... Acı, keder, korku damarlarımdan bütün vücuduma akıp gitti... Birden bire yüzünde hiçbir ifade kalmadı. Dakikalar içinde yaşlandı, yaşlandı. O ana kadar ayna gibi bir şeydi karşımdaki... Yoksa hala öyle mi? Belimde dayanılmaz bir ağrı hissettim, ellerim ayaklarım tutmuyordu neredeyse, ayakta durmakta zorlanıyordum. Dizlerimi yere çarparak birden bire çöküverdim, ciğerlerimin söküldüğünü hissediyordum. Gölgesinden bile uzak, yalnız bir adam yerde çökmüş, kendi ayaklarına kapanıyor, ne kadar anlamsız bir son... Her neyse belki de çoktan dinlenme zamanı gelmiştir belki de zaman hiç başlamadan bitmiştir çoktan.

10 Kasım 2019 Pazar

Birisi ve bir diğeri


Yürüyordu yolda, kafası oldukça karışık
Epey bir kırışık suratı ve saçları kıvırcık
Çelimsiz, hem de oracıkta yıkılmaya hazır
Göz bebekleri büyük ve etrafı kanlı bir bey.
Bey dediysek de beyefendilik
Ya da nezaketten ve fedakarlıktan
Bir çölde ne kadar su var ise eğer
Ancak o kadar kalmıştır onda...
Küçümser gibi bakar kalabalık, ve en kötüsü
Geçerken irkilir onu gören küçük çocuklar
Ebeveynleri tarafından sansürlenmeye çalışılır
Şiddet dolu filmler gibi görüntüsü...
Ruhu sökülüp elbiselerine dikilmiş
Bir kadının veya bir başkasının
Ayakları düz basmaktan bihaber bir adam
Yürüyordu sokakta, yapayalnız.
Oturuyordu bir içki masasında bir kadın
Kırmızı şarapla dolu bardağı yarım
Ve yalın yalanlarının en soğuk haliyle...
Masumdur aslında düşüncesi
Hele bir de her gece onu düşlemesi
Sanırsın bir ömür mutlu edebilir sanrısı
Teninde var huzur verici bir yuva hazzı
Elbisesinde, hayır hayır, aurasında
Binlerce sevda gibi, ateş gibi, su gibi...
Dudaklarına değen şarap bile aşık
Sarhoş, çaresiz ve dilsiz
Bir kadın oturuyordu içki masasında
En az tanrı kadar yalnız ve en fazla
En fazla yalnız bir kadın kadar yalnız
İnandığı her şey sulanmış, kireçli ve bulanmış
Bıraktıkları solmuş, yaşlanmış...
Bir sonbahar geçiyordu belli ki
Mevsimlik ağaçların dalında
Birkaç tane sarı yaprak kalmış yalnızca
Şimdi ne bahar ne de yaz
Ancak kış gelir
Unutmaya
Ve hatırlamaya çalışırken
Bir adam
Ve bir de kadın...

2 Kasım 2019 Cumartesi

28’

çıplak bir ruhtum 
soyunduğum onca sahteliğin ardında
aşk toprak kokusuydu yağmurdan sonra
öncesi yalandı
tamamiyle muamma

içselliğimi gömdüm 
bir bebeğin tabutunda, yağmura
yağmur kızmış olmalı ki
sarılmıyor artık ruhuma

ağlayan kadınlar gördüm
sessiz adamların omuzlarında

ne hoş adamlar ki onlar
gözyaşlarını biriktirdiler , avuçlarında
bin çiçek yetiştirdiler kadınlarına

ölümü düşündüğün oldu mu hiç
güneş yerini bırakırken aya
vuslat ağacının üzerinde otururken 
isyan ederek Tanrıya

ölümü çok düşündüm
varamadım hiçbir kanıya
ağlayan kadınlardan oldum
isyankar
ve bir başıma


9 Eylül 2019 Pazartesi

Güvercin


bir güvercin selam verdi 
parmak uçlarına eğilerek
bir güvercine selam verdim
öfkemi dizginleyerek
galaksiler arası yolculuk yaptım kanatlarında
galaksileri bir bir tanıttı bana
bir güvercine bağlandım galaksiler gibi sonsuz
göğü olmayan gezegende 
bilmediğim havayı soluyorum şimdi onsuz

tüm ince notalar bir bir hapsolmuştu sanki tüylerine
diken diken oldu tüylerim hissettiğim zaman
arşeme toplandı tüm incelikleriyle 
büsbütün kimliği
Mualla hiç böyle sakin hissetmemiş o ana kadar
geçen gece
utanarak söyledi

Mualla arşemin adıydı
Muammaydı benimle buluşması
oradan geliyordu adı
bir kuşu ilk kez tanıtmıştım ona
Aman Yarabbi nasıl sevmişti anlattığım kadarıyla

“Görmelisin öyle içten gülüyor ki
boşlukta dans ediyorum sanki

hiç duymadığım bir nota ve hiç sussun istemiyorum
bir kara delikte yankılansın ve sadece ben duyayım 

yağmur gibi sakin 
bakışından süzülen her nota
... ”

ben anlattıkça yeni şarkılar yazıyordu 
benden daha çok arıyordu etrafında
ince ezgili kuşu
ancak 
bulamıyordu

aradan biraz zaman geçti
Ay, Güneş’e gülümsedi
Güneş Ay’a
aynı kuş, kanatlarına aldı göğü
kendi gezegenlerini kurmaya gitti 

gök mutluydu halinden
yenileniyordu her zerresi
ve o olacakmış gittiği yerin Kraliçesi
unutturacakmış kuşa beni
komik şey doğrusu!.

çift taraflı bir aynaydık birbirimize karşı
bana göre öyleydi 
oydu benim 
bendim onun ilacı
lafıgüzalf 
hayalperest benliğim ve sahte kimliğim
olmayan aynaları kırıp onaran başından beri benmişim 

sanki tutunmamıştım hiç kanatlarına 
tutunmamıştı hiç soluğuma
her şey bir Muamma
ne sevda ama!

konuşmak istedi geçen hafta
son kez, gitmeden önce
sakince oturdu karşıma
tam bir beyefendiydi 
nasıl olduğumu sordu öncelikle
sakladığım çoğu şeyden biriydi 
bu tip soruların cevapları
sanki görmüyordu anılarda yaşadığımı

iyiyim dedim , 
yeterliydi onun için

havadan sudan bile konuşmadık sonrasında
bu kadardı o meşhur veda konuşmamız
ayağa kalkıp eğildi parmak uçlarına
bakışlarında kırık bir ezgi
özür diliyordu sanki
ya da ben öyle hissetmiştim 
her zamanki gibi
yanlış

sırtına aldı göğü ,uzaklaştı bir hışımla
aldı her şeyimi aldı her şeyini ve büsbütün çıplak kaldı Dünya
kalakaldım ben de tanımadığım bu diyarda 
bir başıma

keşke yıldıza dönüşseydim
diye geçirdim içimden 
sarılırken kanatlarının 
galaksiler kadar sonsuz sıcaklığına

1 Ağustos 2019 Perşembe

saat beşi çalarken



gözlerimin ardındaki çığlıktı 
rüzgar
tutsaktı düşüncelerle dolu hücremde esemiyordu
kaçmak istiyordu çelişkili sorulardan
kaçamıyordu
anlatmak istese
nerden başlanır 
nasıl anlatılır
benim gibi, bilmiyordu

sıcak battaniyenin soğuk zeminle buluşmasıydı
rüzgar
fevriydi aldığı tüm kararlarda
öfkeden mi böyle uzaklaşmıştı kendinden
bilmiyordu
yalnız kalmıştı soğuğun karşısında 
ürkekti bedeni
nasıl ürkek olabilir ölümsüz bedeni
anlayamıyordu

her duyguyu içinde yaşardı 
pek konuşmazdık biz, bilirsin
sımsıcak olurdu yanakları mutluyken
usulca sarılırdı estikçe 
anlardım büyük bir derdi var
ayazı soluğumu kestiğinde

göğün maviyle dansıydı 
rüzgar
görmeliydin ,muhteşemdi
saat beşe geliyordu
turuncu bir elbise giymişti
Mavi, belinden kavramıştı göğü
gök vurulmuştu güzelliğine
durmadan döndürüyordu dans pistinde maviyi
turuncu narin kumaş sarılıyordu göğe
ve yavaşça yerini bırakıyordu maviye

göğün maviyle dansıydı 
rüzgar
sıcak battaniyenin soğuk zeminle buluşması
gözlerimin ardındaki çığlıktı
her duyguyu yaşardı, içinde
ne yaşadığı o bunu istemese de anlaşılırdı

nedense o gece uyuyamamıştım 
ama nasıl olduysa
tek kelime etmemiştik gece boyu
sanırım karanlık pek ona göre değildi
Güneş doğarken anladım 
ufak bir tebessümdü 
rüzgarın Güneş ile uyanışı

ateşböcekleri gibi saat beşi çalarken
usulca 
aşkı fısıldadı

9 Temmuz 2019 Salı

Müjgan’a veda

Müjgan geldi geçen gece saat ikide
evet, şaşırdın biliyorum
inan ben de beklemezdim o saatte
elinde bir tas su ile

tutuşturdu tası elime
gidecekmiş buralardan
dökecekmişim suyu ardından

nereye gidiyordu 
neden böyle konuşamaz olduk bilmiyorum
bir derdi vardı belli
bıçak açmıyordu ağzını ,korkudan
Tir tir titriyordu

Gitme dedim 
yalnızlıktan korkuyorsan kal benimle
ne gerek var ben varken başka birisine
iki kardeşiz bir elma ağacından sarkan
sen kendini atmaz mısın ben düşecek olsam?

nedir derdin anlat dedim
Allah var ,tek kelime etmedi!
gözlerinin ardında bir dert gizli
konuşsa rahatlardı 
göndermeseydim ,anlatsaydı her seyi
keşkeler benimle kaldı şimdi

son görüşümdü Müjgan’ı
ben tastaki son damlaya bakarken
ufukta silik bir nokta gibi kaybolmuştu
savurdum suyu, toprağa karıştı
onlarca karga Müjgan’ı uğurladı
dönüp arkasına bakmadı

şimdi nerelerde 
kimlerle geziyor, 
bilmiyorum
ne zor iş doğrusu 
nasıl bu kadar uzak olduk birbirimize

alışmıştım dostane sohbetine, güvenine
ne kahve içebildim onsuz yamalı sandalyemde
ne de duyuldu plak sesi 
   herhangi bir köşede
alıp götürdü yanında sanki her şeyi  

aniden çekip gitti
umuyorum ,bulmuştur saadeti.

17 Haziran 2019 Pazartesi

dalgalanmalar


Genel doğrular ve değerlerin reddi yapboz haline getirdi beni. Her hatada, yanlışta değiştirdim sahip olduğum fikirleri. Her olayla, her insanla içimdeki bir parçayı söküp asla dinmeyecek ateşimde erittim, yenisini dövdüm. Adapte olmaya çalıştım içinde bulunduğum durumlara.

Peki, yapboz olmak kötü müdür?
Oturaklı, yolu belli bir insan mı olmak gerekir?

Hayatı farklı perspektiflerden deneyimlemek istedim, yargılanmadan. Yargılar ürkütürdü eskiden. Tamamen değiştiremediğim parçalardan biri de odur. Her zaman vardır insanın içinde yargılanma, hor görülme korkusu. Bunu kaçınılmaz kılan ise diğer insanlara öyle veya böyle muhtaç olmamızdır.

Galiba bu adaptasyon meselesi tamamen korkaklık, galiba olması gereken belli bir yolunun olması. Olması gereken bu fakat benim özüm bu değil. Değişken yapıda yaşamak benim özüm. Benim özüm, deviri fazla zorlamadan vitesi değiştirmek. Hiç mi olmadı, o zaman kontağı kapatır aracı değiştiririm.

Bu yüzdendir ki hep beklenti ve isteklerimin altında bi' hayat yaşıyorum. Asla yürümem gereken o düz çizgide ilerleyemiyorum. Kimi zaman dibini göremediğim su dolu çukurlar kesiyor önümü, kimi zaman ben kendimden geçip zikzaklar çiziyorum.

Ama yolumun sonundan eminim. Biliyorum, hissediyorum, görüyorum, yaşıyorum.

Gün gelecek o parça sökülüp yeniden dövülemeden, o vitesi değiştiremeden vakti zamanında düşüncede kalan sonum gelecek büyük bir patlamayla beraber.

Artık maskeler beni sizinle bir arada tutmaya yetmiyor.

Artık kararsız haldeki benliğim zar zor duruyor ördüğüm duvarlar içinde.

Ben sizinle yaşamaya uygun değilim. Çünkü ben bir insan değilim.

Artık kelimeler kendimi anlatmak için dökülemiyor gerek ağzımdan gerek ellerimden.

Devam edebildiğim kadar devam edeceğim ama sonum belli.

Mental sağlığım hakkında bir fikrim yok. Her ne kadar kendimi kontrol edebildiğim düşünsem bile kimi zaman bu değişimlerle uyuşamadığım için istemsiz şekilde hareketlerime dökülüyor. Ellerim titriyor, gözüm seğiriyor. Buda farklı bir deneyimdi.

Bir dönemler her şeyi düşünerek deneyimleyebileceğime inanırdım fakat yeterli olmadığını anladım. Her şeyi gerçekten yaşamak gerek veyahut kafanın içindeki hastalıklı dünyayı gerçeklik olarak kabul etmek.

O gerçeklik çizgisini kaybetmek isterdim.

1 Haziran 2019 Cumartesi

sana mecburiyet meselesi


herkes hayaller kurar
bir karavan almak,
bir sahil kasabasına
veyahut bir tatil köyüne yerleşmek gibi

ben sana şehir hayatı yaşayalım demiyorum
demiyorum da,
ben sana kendimizi çocuklarımıza adayalım mı diyorum sanki?

gel,
tut elimi,
biz seninle bir bahçe kuralım
her bir çiçeğe değsin ellerin
ellerin ne gerek?
şöyle bir parmağının, tırnağının ucu değse yeter
yeter ki gözünün ucu görsün birini

çiçekler dedim
dedim ama
hangi çiçek bana sen kokacak dedim mi?

yeter ki burnunun ucu okşasın yaprağını
yeter ki bil bir çiçeğin yaprağının varlığını
sen kokmaya yeter de artar

gel,
tut elimi,
bahçemiz olsun
eve ne gerek?

ekeriz ya,
biçeriz de
sen ol,
karnım doysun,
yeter

uyku mu dilersin?
para?
inan hiçbirinde gözüm yok

bir nefesine açım
bir nefesine hasret
bir nefesine tutuk

gel,
bahçemiz var ya,
küçük de bir salıncak yaparız
belki gözümüze uyku girer de bebekler gibi sallanarak uyuruz

salıncak ne gerek?
huzur kollarında

bir tenine saklıyım
bir tenine mahkum
bir teninde suçlu

gel,
hiçbir şeyimiz olmasın
ne bahçe, ne salıncak,
ne de çiçekler

yatarız bir yere
başımızın üstü gökyüzü
yatarım göğsüne
ya da sen dizlerimde olursun
sonsuzluğun saklandığı yeri ararız

sonsuzluk dediysek,
gökyüzüne bakacak değiliz ya
dizimin dibindedir
başımın altında
ki çoktan bulmuşuzdur

gel,
bir nefesin olsun,
bir de kulağım ki nefesini duyayım,

gökyüzü senin yüzün
ev senin yanın
çiçek senin kokun
huzur sen

tut elimi
bir sen ol
bir de tepemizde ay, sırf lüksümüze
sana mecbur ben,
daha ne gerek hayatta?

pek-çok



pek çok şey

kaybedilebilecek pek çok şey vardı

mesela

gidebilirdim bu şehirden

adının hiç geçmediği sokaklarda

kaybolabilirdim geceleyin

bi defter bulurdum şöyle eskilerden

kara kaplı kocaman bi defter

sonra kendi sırtımda paralar

oturup satırlarında

yaralarımı sarardım

belkim duyarsın d'ye

birkaç kelime karalar

nefesim kesilir

kaldırımlarda sızardım

bi rüya seçerdim şöyle tokat gibi

dibine kadar sürrealist

dibine kadar na-mümkün

sonra bulutların sırtına atlar

daha başlamadan

bitecek olmasına kızardım

gördüğüm şehirleri tek tek

gözkapaklarımda saklar

olur da bir gün

sana göstermek için yazardım

pek çok şey

alabileceğin pek çok şey vardı

ama sesim

ama hevesim

ama kendini aldın benden

pek çoklarının arasında

pek çok kez

kendi yazdıklarımı kundakladım

kimse bilmezdi

kırgınlıklarımı dizelerinde ağlardım

ve bazı bazı yazardım

kimse bilmezdi ama

pek çok şey

anlatılacak pek çok şey vardı

şimdi yıllar geçti üzerinden

sen pek çoklarını yapmasan

ben pek çoklarını kaybedebilirdim

lakin işte

lakin ben

kafiyelerimi kaybettim

imla kurallarımı

yaralarımı sen açtın demektense

sen sardın demeyi yeğlerdim

şiirlerimden düşürdün beni

kanattın diz kapaklarımı

pas tutmuş bi yürek atıyor kalemimde

ne senin duymaya mecalin var artık

ne ben gelebiliyorum avare adımlarla sana doğru

biliyorum

ama yanılıyordun

yanılıyordun elbette

büyümek denmiyor buna

küfrediyorum sövüyorum ağız dolusu

sahi

sevemez miydin beni bir parça

bir kez olsun oynamaz mıydın şu tanrıcılık oyununu

pek çok şey

yitirilebilecek pek çok şey vardı

lakin benden önce tanrılarımı

sonra tanrısızlığımı çaldın

bundandır şimdi halden anlamam

adımlamam adın geçen kutsal metinleri

tamam öyleyse diyorum çaresizliğime

geri alınmıyor

telafi de edilemiyor bazı şeyler biliyorum

bir fotoğraf taşıyorum cebimde

anımsandığı gibi ölüyor insan

sizin hiç tanrınız öldü mü

benim bir kere öldü

kör oldum.



Şahıssızyazar&Zeze


27 Mayıs 2019 Pazartesi

bir benliğin ölümünün başlangıcı

İçimi simsiyah bir gökkuşağı bulandırıyor. Hayatımın her yerinden söküp atıyor renkleri durmaksızın.

Hiç bitmeyecek gibi.

Ufak kuruntular kemirip duruyor yüreğimi, tarifsiz bir acı çektiriyorlar kendinden geçmiş şu benliğe. Ruhumun son kuruşlarını harcıyorum daha fazlasına tahammül edebilmek için fakat tek tükenen kuruşlar değil, zaman da tükeniyor her şeyin tükendiği gibi.

Kendini yiyen bir yılan misali devam ediyorum, tutunacak dalım kalmamış. Aslında kalmamış değil, tutunmama izin vermiyorlar. Besleyemiyorum artık o güzel duyguları, bu yüzden kendimi kemiriyorum. Çarem yok.

Akarsu kurumaya yüz tutmuş artık, geriye birkaç damla su kalmış sadece.

Rengi silinmiş dünyamın siyah gökyüzünden bir yağmur bekliyorum belki, sadece ufak bir ihtimal ki olmaz, sonrasında gökkuşağını görürüm.

"Yağmur her zaman bir gökkuşağını getirmiyor."

Merak ediyorum;
Acaba gelecek mi o fırtına, son kez beni ordan oraya savurup kaybedecek?

14 Mayıs 2019 Salı

hoşça'kalma



bi adın yok artık

zaman sildi tozlu kapaklarını sayfaların

kelimeler dizdim sıra sıra

bi cümlecik etmediler

anlamadım

anlanacak bi yanın kalmadı da

satırlarım yarım

sevgimse sağlıcakla kaldı

sen kalma

sen hoşça’kalma manolya

gözümü kapıyorum vahşet

gözümü açıyorum güya

tırmanıp yükseklere çiçekleri toplamak

kötülerden kaçıp bulutlarda saklanmak

bir de

sevinçli şiirler yazmak istiyorum

sabahlar uğrasın satırlarıma

bi kedi yatsın kucağımda sırnaşık

doğsun bütün parıltısıyla güneş

dönsün bütün haşmetiyle dünya

demem o ki

her şiir bir imreniştir

diğer yazılmışlara

imrenmiyorum artık sana

çünkü

çünkü bi adın bile yok artık

anlasana

uzağındasın bildiğim o estetik mihrağın

benden bir adım

bir adım daha yok benden

silgilerimin lügatında bile kalmadı bi sıfatın

satırlarım yarım

sevgimse sağlıcakla kaldı

sen kalma

sen hoşça’kalma manolya

gözümü kapıyorum kasvet

gözümü açıyorum riya

solucanlar diyarına gökyüzünden bakmak

krallarla tanrıcılık oynamak

bir de

büyük okyanusta yüzmek istiyorum

artı değer üretimi

bireyin özgürleştirilmesi

dekarttır diyalektikdir falan

umrum değil artık

zaten filanı tutsam falan kayar elimden

düşe kalka öğrendim her seferinde

benden bu kadar

bi adın

bi adın yok artık

beyaz çizgilerle çizilmiş hayatım

giyilmemiş bi giysi kadar pak

yazılmamış şiirler kadar uzak

varsın sen kalma manolya

satırlarım yarım

sevgimse sağlıcakla kalsın

sen kalma

sen hoşça’kalma manolya

gözümü kapıyorum hasret

gözümü açıyorum rüya

keşke diyorum

keşke başka bir çaresi olsa

tanrılar diyarına

yeryüzünden bakmak

sefillerle kralcılık oynamak

bir de

büyük sahrada yürümek istiyorum

başımı ağrıtıyor şu tantanalı rüyanın hengamesi

tekerlekler dönüyor sonlara doğru

uyanmak istiyorum

teker teker ölüyor karıncalar

bir onlara

bir de sana üzülüyorum

onların bir adı yok

olmadı da hiçbir zaman

senin de bir adın yok artık

kalmadı

satırlarım yarım

sevgimse sağlıcakla

sağlıcakla..







27 Nisan 2019 Cumartesi

başlıksız not-2



Aşağıdan yukarı rengi açılan siyah bir tema fakat sonu beyaza varmıyor. Sonsuzluğun sol köşesinde bir şarap fıçısı yıllanıyor. Fıçının sonsuz kadar ötesinde bir elma ağacı var, çürümeye yüz tutmuş. Güvercinler değil, gözü dönmüş kuzgunlar uçuşuyor griye çalan sonsuz gök yüzünde. Elinde tuttuğu sonsuz uzunluktaki zincirin ucunda midesi sırtında bir sırtlan gezdiren kız kaçmaya çalışıyor sonsuz siyahtan. Sonsuz kadar yakın mesafede sonsuz siyah dağlar beliriyor.

Her taraf giriyor birbirine, buruş buruş oluyor sayfa. Siyahı içinde kalıyor, beyaz bir top var artık elimde. Kafamda dönen siyah dünyanın resmi gözümün önünde olmasa bile dünya hala o resim kadar renksiz benim için. Anlamlandıramadığım insan portreleri gelip geçiyor yanımdan.

Bir mezarın içinde yaşıyorum. Et ve kemikle gömülmüşüm. Yırtmaya çalışıyorum, yumruklarımı savuruyorum, sağına soluna tekmeler atıyorum fakat çıkamıyorum dışına. Çığlıklar atıyorum.

Dışarıdan duyulamayan çığlıklar.

Doğrularınızı, doğrulamaya çalıştıklarınızı kabul etmiyorum. Beni güçsüz sanıyorsunuz ama asıl güçsüz olan sizlersiniz. Benim sınırlarım veya keskin köşelerim yokken, siz tahmin ve kontrol edilebilirsiniz. Her hareketiniz ve "doğru" nuz belli. Sizler benim samimiyetime inanırken, ben doğru ve inandığınız şeyleri kullanarak sadece sizin yaşam perspektifinizi deneyimlemek için etrafınızda gezinen yabancı bir varlığım.

Korkun, korkmalısınız.

Etrafınıza duvarlar örün ki kontrolden çıktığım vakit, zayıf benliklerinizde hasar verecek kadar özünüzü bilmeyeyim.

Maskeler düşüyor diyordum, artık eskisinden fazla olacak şekilde artıyorlar her gün.

14 Nisan 2019 Pazar

Kumdan Kaleler


Çetrefilli bir yaşantının bedeli
En az bir karış kırışıklık
Ne biraz hüzün gölgesinde
Ne de acısı belli yüzünde
Nerden baksan anlaşılamayan
Çetrefilli bir yaşantının bedeli
Vatanına aşık bir adamın
Eşi ve iki çocuğuyla
Bırakıp yosun kokulu anılarını
Bırakıp  yoldaşını, dostunu
Bırakıp ebediyete kimliğini
Bir bavul almadan yanına
Bir daha görmeyecek gibi memleketini
Kendini atma isteği
Dünyanın en diğer ucuna
Çetrefilli bir yaşantının bedeli
En güzel niyetlerini
Su gibi berrak düşüncelerini
Tümüyle gençliğini
Ve yarısını ömrünün
Kalem kırdığı hayallerini
Kağıttan uçaklar yapıp
Bırakmak gökyüzüne
Hiç düşmeyecek gibi
Ve yere çakılacağını bilerek
Neresinde durursan dur bu merdivenlerin
Sen seçtin veya seçmedinse de
Kalkmayı bilmiyorsan eğer,
Bu çetrefilli yaşantının bedeli
Yıkılacaksın kumdan kaleler gibi

12 Nisan 2019 Cuma

Kendinde Kaybolmak Üzerine




Sisler sardı mı geceyi sokaklarda, hep kalabalıklar gelir aklıma. Öyle ya ne zaman karışsak içine, göremez oluruz kendimizden başkasını. Kendimize sarılmışız adeta; kederimize, kaderimize, hatıralarımıza vermeden sırtımızı bir adım atmaktan yoksunuz...
   Ben kendi kendime hocayım diyor bir ihtiyar: Hayır, sen kendinde kaybolmuşsun. Bir insan ömrü sanıldığından daha küçük bir okuldur. Gerçek öğretiler görmek ümidiyle bir sohbet ortasında, bir kaç kadeh rakıya muhtaç kalmışız... Muhtaç mıyız gerçekten? Sarhoş bir adamın öğretisi geçerli midir? Geçersizdir demeyeceğim, toplumu da didiklemek gerekmiyor bu konuda, teker teker bireyler olarak bakıyorum da o kadar battık ki bu zaman denen okyanysun dibine; ola ki bir kaç saniye nefes alabilelim, tüm dünyadaki oksijeni bir seferde ciğerlerimize doldurmak çabasındayız. Öyle ki düşünmeye ayırdığımız zaman da en fazla dünyadan kopmak için ayırdığımız kadardır. Ne kadar kaçarsan kaç, düşünmekten kaçıyorsan eğer, ve kaçtığın o yer gerçek dünya dediğin yerse, sandığından daha az gerçekliğin içinde yaşadığından da şüphen olmasın. Bugün ufacık bir çocuk kadar yeni bir şey öğrendiysem, hatta bugün ufacık bir çocuk kadar yeni bir şey öğrenmek istediysem, ben bir insan ömrü kadar daha yaşarım. Bırak bu işleri dünyadan ne haber? Hangi dünyadan? Çekilen ilk karadelik fotoğrafı kamuoyuna sunulmuş. Ben baktım çok net çıkmamış sanki düzgün kamerayla bir daha çeksinler(!) O değil de ne olacak şu memleketin hali, bir konuşup kurtarmak lazım. Bir çabam varsa ki dünya bayrağına olan saygımdandır.
   Kendimi yargılıyorum, anlaşılmak istedim... Köşeye sıkışmış hissettim. Kafamın içinde paramparça bir şeyler var. Toparlayana kadar bir kaç yüzyıl yaşayabilirim. Küçük müyüz gerçekten? Dünya gezegeninin ufak tefek iki ayaklıları... Şimdi yok sayıyorum gerçek bir dünyayı. Yaratılardan sıkıldım, ben yarattım bu düşünceleri. Yarattığım düşünce öyle bir aydınlatmalı ki bu dünyayı; bin yıl, hayır bir milyon yıl boyunca içine çekmeli tüm evreni, zamandan koparmalı nesneleri.
  Neredeyim? Kiminleyim? Ne yapıyorum? Sis dağılmak üzere. Nerden bakarsan bak yine kendimleyim. Acılarıma, kederime, kaderime sarıldım. Düşünüyordum diğer tüm tanrılar gibi, öyleyse varım, olmalıyım.

23 Mart 2019 Cumartesi

çünkü

insanlara katlanamıyorum
dayanamıyorum bahar bahar kışa kesenlere
yaz güneşi fikrine mont giydirenlere
katlanamıyorum
-malı mı -meli mi onu da hiç bilmiyorum
yalnız
karıncalara üzülüyorum
çünkü
çünküsü yok
çünküsü olsa yorulursun
aslında işin özü
işin özü basit aslında
düşünme öyle kara kara
sevme işte kucak kucak
koklama şu çiçekleri
düşün bi
sen olmasan n'olacak?
bak nasıl sakin oluyor köşe bucak
tekrar et
ben olmasam n'olacak?
püf noktası basit bu işin
bir puf kadar altında tozların
zahmetsiz hem de
bir şeyler yapmak değil
yapmamak gerektiriyor
mesela
denemeyeceksin anlamayı
kendini anlamlandırmaya da hiç kalkışmayacaksın
çünkü
çünküsü yok
çünküsü olsa yorulursun
güneşe mont giydirirler sonra
titreyen elleriyle ıslak bulutlar
bakakalırsın bahar bahar
bu ara cok düşünür oldum
bu ara çok titrer ellerim
içim bir garip olur bu ara
bir yanım
'mutlusun devam et' der
diğeri bağırır sessizliğin çarpık bacak aralarından
'mutlu olacaksın da n'olacak?'
eskileri hatırlarım böyle anlarda
pek iyi gelmez kesitleri
ödünü patlatır insanın
gelip geçtikleri
mesela bu buruk şiir dizeleri
hatırasıdır yaşanan son nisanın
unutayım unutayım derken
bu ara çok düşünür oldum
bu ara çok titrer ellerim
çünkü insanoğlu her şeyi atlatabildiğini sanır
çünkü insanoğlu atlatamaz çoğu şeyi
çünkü mutlu değiliz
öyleyse mutluluk diye bir şey yoktur
onu ancak özleyebiliriz
çünkü
çünküsü yok
çünküsü olsa yorulursun
işin özü basit
püf
sonra da
puf

şahıssızyazar&manolya

22 Mart 2019 Cuma

vazgeçmek zamanı

vazgeçmek zamanı gelmişti artık
hayatın bir yerinde
fısıltısız yemek sofralarında susuz
yahut
geceleyin kaldırımsız sokağın başında uykusuz
artık anlamalıydı
yalnızlık
kimsenin beklemediği otobüs duraklarına mahsustu
ve insan
yalnız insan için vardı vesselam
çünkü
çünkü krallar asla tartışmazdı
vazgeçmek zamanı gelmişti artık
anlamalıydı
anlamalıydım ama
tam anladım derken
kafam karışırdı hep
bazı bazı düşünceler girer
çıkar
çıkmazdı
saplanır kalırdı karanlığıma
perdeler aralanırdı uykusuz sabahlarımda
sahi
sen sever miydin ki beni
beyaz perdelerin arkasında
ya da
güneşin hakikaten ısıtır mıydı içimi
panjurlarımın ardından
orası
işte orası tam bir muamma
insan
yalnız insan için mi vardı
hakikaten binmez miydi kimse o ıssız duraklardan
yoksa bir yanılgı mıydı içine düştüğümüz
al sana bir muamma daha
ah sevgilim
sana öyle seviyor
seni öyle aşıktım ki
bu muammalar sarayında
bilmiyordum hiçbir şeyi
çünkü
çünkü krallar asla tartışmazdı
sonra
sonra kafam karışırdı hep
bazı bazı düşünceler girer
çıkar
çıkmazdı
bu muammalar sarayında
beni dinle manolya
kendimden istifa ettim içerimden istifade
senden edemedim kederimden
beni dinle manolya
sen benim kadarsın
varlığın düşlerimce derin
yokluğunsa hayallerim ederinde benim
anlayabildiğimce seni
ki çoğu zaman anlamam
ki çoğu zaman da anlamı yoktur anlamanın
sadece
yokoluverecekmişsin gibi olurum kimileri
olursun da bazı bazı
bir şiiri uzatmak büyük bir suçtur
kalemimse kanadından kan damlayan bir kuş
anla beni manolya
fazla uzaklara uçamam
nokta koymak istiyorum tek celsede kalemime
imlasızlık felsefesinden kurtulmak
bu şiir
hayatıma yeni bir virgül
sevgisizliğime de gecikmiş bir nokta
affet beni manolya
bir başkası beklesin sensizken sabahı
işte şimdi
sen gelmeden
geldi işte
vazgeçmek zamanı

şahıssızyazar&manolya