29 Aralık 2018 Cumartesi

hastalıklı düşünceler ve ucuz bir roman

kafamda hastalıklı düşünceler
ellerimde ucuz bir roman
hayır
özlemek değil
gereksinmek sana

bahar kadar taze
süt kadar beyaz
ve en az
senin kadar çocuktum
ah bir bilsen
niceler
ben niceler yoruldum

behey sevgilim behey

şey
her zaman ayrı yazılır
9dan fazlasına
rakam denmez
sen de
dönmezsin artık gerisin geri
şu kuş sesleri
bu alaca sabah
hayır
özlemek değil
gereksinmek sana

misal
ucu felsefeye dokunuyor gülüşlerinin
sesin
estetiğin konusu oluyor akşam akşam
kirpiklerin
bir sabahı andırıyor
nefes almayı anlatıyor varlığın

kış kadar beyaz
kar kadar taze
ve en az
benim kadar çocuksun
biliyorum
ulaşılmaz
ulaşılamaz bir sonuçsun

behey sevgilim behey
plüton bir gezegen
siyah bir renk değildir
sen de
sevmezsin artık yeniden beni
şu silah sesleri
bu alaca şarap
hayır
özlemek değil
gereksinmek sana

bir ihtilal hayali gibisin
ellerinin kıyılarında devrim
hudutlarında sevgi
söyleniyorsun içimde
bağır çağır
bir gün
bir gün tek başına
bir gün birlikte
bir gün mutlaka
bir gün mutlaka geleceğim
bir gün mutlaka yeneceğiz

savaş kadar bayat
gece kadar siyah
ölüm kadar soğuğuz
ve tabi
biz de en az
en az herkes kadar çocuğuz

behey sevgilim behey

karadeliklerden ışık bile kaçamaz
mürekkkep balıkları da balık değildir aslında
n'olur beylik laflar ettirtme artık
bilmem kaç zemheri
kaç leylim bahar
hayır
özlemek değil
gereksinmek sana








23 Aralık 2018 Pazar

FeylesofTespihi-S.Baydar



 ..feylesof tespihi bu döner durur

"Eskiden çok yer gördüğüm için
şimdi bir yer görmüyorum.
Önceden bana baktığın için
şimdi bana bakmıyorsun.
Önceden beni sevdiğin için
şimdi beni sevmiyorsun.
Önceden onu sevdiğim için
şimdi seni seviyorum.
Şimdiden seni sevdiğim için
önceden onu sevmiyorum.
Şimdiden sonra seni seveceğim için
önceden onu sevmiştim.
Şimdiden kimseyi tanımadığım için
bir ara seni tanımıştım.
Bir ara seni tanıdığım için
önceden ve ondan söz etmiştim.
Önceden ondan söz ettiğim için
bir ara beni dinlemiştin.
Bir ara beni dinlerken
önceden ve sonradan
yani
ondan ve benden bahsederek
seni sevmiştim.
Ondan ve senden bahsederek
bugünü önceden biliyorduk.
Bugünü önceden bildiğimiz için
bir ara ikimiz de ondan soğumuştuk.
Ondan önceden soğuduğumuz için
şimdi kışa girdik.
Şimdi kışa girdik
ve
ben önceden bunu biliyordum.
Önceden bunu bildiğim için
bugün ikimiz de ondan memnunuz.
Bugün ikimiz de ondan memnun olduğumuz için
ikimizden de kimse memnun değil.
O ikimizden de memnun olmadığı için
bugün ikimiz de birbirimizden kurtulamıyoruz.
Bugün ikimiz de birbirimizden kurtulamadığımız için
bugün o kışa girdi.
Bugün ikimiz de memnun değiliz
ve
o üşüyor.
O bugün üşüdüğü için
ikimiz de yazdan kalma bir günü yaşıyoruz.
Yazdan kalma bir günü yaşadığımız için
o bunun farkında değil.
O bunun farkında olmadığı için
ikimiz de kışlıklarımızı giydik.
Biz kışlıklarımızı giydiğimiz zaman
onu düşünüyoruz.
O bizi gördüğü zaman
biz birbirimizi unutuyoruz
ve
birbirine düşman kardeşler oluyoruz.
Biz birbirimizin yolunu kestiğimiz zaman
onun yolu daralıyor mu ne?
Eskiden benim yolum daraldığı için
şimdi benim yolum daralmıyor.
Eskiden çok daraldığım için
bugün daralmadan yolalıyorum.
Eskiden çok yolu daralan insanlar tanıdığım için
bugün utanıyorum.
Eskiden çok taş taşıdığım için
bugün kendime ev yaptım.
Eskiden bu pencerenin önünden bütün insanları gördüğümü sanırdım
oysa
bütün insanlar öteki evin penceresinin önünden geçmezlermiş.
Önceden bunları yazdığım için
şimdi tekrar yazamıyorum.
Önceden bıktığım için
tekrar bıkmanın anlamı yok.
Önceden sevdiğimi söylediğim için
şimdi tekrarlamak gerek.
Şimdi tekrar söylüyorum
çemberin iki ucu birleştiğinde
ben yokolacağım."

feylesof tespihi bu döner durur..






22 Aralık 2018 Cumartesi

EnHüzünlüŞiir-P.Neruda


bu gece
en hüzünlü şiiri yazabilirim
yazabilirim örneğin
“Gece yıldızlarla dolu
ve yıldızlar
masmavi titreşiyor uzakta
şarkı söyleyip esiyor gece rüzgarı."
bu gece
en hüzünlü şiiri yazabilirim
sevdim ben onu
o da beni sevdi bir ara
bu gibi gecelerde sarıldım kollarımla
defalarca öptüm onu sonsuz göğün altında
sevdi beni o!
ben de onu sevdim bir ara
o koca zeytin irisi gözler sevilmez miydi ama?
bu gece
en hüzünlü şiiri yazabilirim
onu tutamadığımı
kaybettiğimi düşünmek
dinlemek uçsuz bucaksız geceyi
onsuz daha da tenha kalan
ve şiir
çime düşen çiy gibi düşer cana
ne çıkar yani sevdam onu tutamadıysa?
gece yıldızlarla dolu
ve
yanımda değil o
hepsi bu
şarkı söylüyor uzaklarda bir çocuk
dinliyor musun
çoook uzaklarda
ruhum kayboldu onsuzlukta
gözlerim onu arıyor geri getirirmiş gibi
yüreğim
onu
ve
yanımda değil o
anlıyor musun
hepsi bu
aynı gece ağartıyor aynı ağaçları
bir zamanlardaki biz
artık aynı değiliz
sevmiyorum artık onu!
doğrudur
oysa
ne çok sevmiştim
sesim rüzgarı kollardı kulağına değmek için
başkasının
bir başkasının olacak
sesi
ışıltılı teni
derin gözleri
bir zamanlar
öpüşlerime ait olduğu gibi
artık sevmiyorum ya
bilmem ki
severim yine belki
sevda
o denli kısa
nisyan
öylesine uzun ki
çünkü
benzer gecelerde sarıldım kollarımla
kaybolup gider ruhum onsuzlukta
bu
bana yaşattığı en son acı
ona yazdığım
en son şiir de olsa
bu gece
en hüzünlü şiiri yazabilirim
yazabilirim örneğin
“Gece yıldızlarla dolu
ve yıldızlar
masmavi titreşiyor uzakta
şarkı söyleyip esiyor gece rüzgarı."

16 Aralık 2018 Pazar

mental çöküş


Kara tahtanın bir defa dahi silgi yüzü görmemiş, dokunulması imkansız köşesinde duran beyaz tebeşirle atılmış bir noktayım ben. Çığlıkları duyulmamış, asla görülmemiş, sonsuz bir hiçlik helezonu içinde serotoninden yoksul kanıyla yol alan.

Çektiğim tarifsiz acının hiçbir sebebi yok.

Acı etimde değil.
Acı kalbimde değil.
Acı tamamen beynimde kendi yarattığım kuruntuların insanların sonsuz düşünce ve hareket olasılıklarıyla birleşmiş, elimde kalan son duyguların mayhoş kokusuna mahkum, elleri annesine sarılmışcasına zavallı bir şekilde idam edileceği elektrikli sandalyeye bağlanmış ufak bir bebeğin ruhuma damlayan siyah gözyaşlarında.

Ben ağırca ele geçirildim O'nun tarafından.

Sanki istediğim yol bu gibiymişçesine ama bilmiyordum olmadığını.

Büyük sorunlarım dertlerim yok fakat her geçen gün zaman ve
mekandan kopmaya olan isteğim artıyor.

Varlığım her gün yaşlanırken, yokluğum her gün gençleşiyor.

15 Aralık 2018 Cumartesi

de rerum natura/şeylerin doğası

ilkemiz şu olacak konuya girerken
hiçten
hiçbir şey yaratılamaz tanrısal güçle
ve doğa
hiçbir şeyi indirgemez hiçliğe
ölümlülerin bunca korkuya kapılmaları
yerde ve gökte tanık oldukları olaylara
gözle görünür bir neden bulamamalarındandır
kolaydır tanrının istemiyle açıklamak bunları
ama biz
daha açık seçik göreceğiz önümüzdeki yolu
hiçten
hiçbir şey yaratılamayacağını kavrayınca
mesela
şeylerin nasıl oluştuğunu
ve
nasıl var olduğunu
anlayacağız ilkemiz doğrultusunda
bir kere hiçten yaratılmış olsaydı varlıklar
her türlü varlık her kaynaktan doğardı
özü olmazdı hiçbirinin
insan denizden çıkardı
pullu balık topraktan
ve kuşlar gökten türerlerdi durup dururken
sürüler
kuytularda üreyen yabanıl hayvanlar
ekili ya da çorak toprakları doldururlardı
aynı ağaçlarda bitmezdi hep aynı yemişler
elbet değişirlerdi
her ağaç
her yemişi verirdi
kendine özgü doğurgan gövdelerden oluşmasaydı
neden her varlık doğsundu farklı tür anadan
imdi
her varlık kendi özünü barındırdığından
ancak
uygun dokunun
uygun atomların bulunduğu yerden doğar güneş ışıksız dünyaya
bu yüzden
her şey
rastgele doğamaz her şeyden
özel gücü özündedir doğumunu hazırlayan
mesela neden baharda açılır gül
ekin olgunlaşır yazın
ve üzüm neden büyüsüne kapılır güzün
özlük özellikleri elverişli anda toparlanmayınca
ortaya çıkıp
varlıklar gelişmeseydi
dirim bağışlayan toprak
en uygun mevsiminde
onları korumasız sürer miydi ışıklı dünyaya
hiçlikten doğsalardı zaman gözetmeden
olmadık aylarda ürerlerdi elbet ansızın
ilksel gövdeleri olmadığından
ve
dahası
özlerinin doğasında bulunan
serpilmeleri de belli bir süreçle belirlenemezdi
mesela bebekler birdenbire büyüyüverir
ağaçlar dilediklerinde bitiverirdi topraktan
ama öyle değildir doğanın yasası
biliyoruz
doğada usul usul gelişir varlık
kendine özgü yapıyı taşıyarak kendinde
kendine özgü maddesiyle
çoğalır ve beslenir
dahası da var
çıkagelmezse mevsim sağanakları
veremez yüzgüldüren ekini toprak
besinsiz kalınca da üreyemez hayvanlar
ve sürdüremezler dirimlerini
atomları yadsıyan kuramın tersine
ortaktır çoğu öğeler
etkiler birbirini durmadan varlıkların çoğunda
tıpkı ayrı sözcüklerdeki harfler gibi
düşünelim
neden öylesine büsbüyük yaratmamış doğa
ki
yürüyerek geçememiş insanlar okyanusu
elleriyle devirememişler dağları
ve
sürdürememişler yaşamlarını kuşaklar boyu
çünkü varlık
doğumu için özel bir doku ister
kendi yapısının niteliğini belirleyen
demek ki
hiçbir şey oluşamazmış hiçlikten
çünkü her varlık
dayanıksız havaya çıkmadan
kendi sebebini kendi taşımalıdır
son olarak görüyoruz ki
işlenmemişten daha yetkindir
işlenmiş topraklar
ve emeğin değdiği yer
tatlı yemişlerden geçilmez
çünkü öyle tohumlar gizlidir ki toprakta
sabanla alt üst ettiğimizde
uyarırız verimliliklerini onların
yoksa çabamıza gereksinmeden
ulaşırlardı yetkinliğe
ikinci ilke
kurucu atomlarına ayırır bileşikleri doğa
ve hiçbir şeyi indirgemez hiçliğe
eğer öğeler yok edilir nitelikte olsa idiler
yitip giderlerdi nesneler
birdenbire
bağlantıları kopartmak
ayırmak için parçaları
güç harcamaya bile gerek kalmazdı
ne ki
yok edilemez tohumlardan oluştuğundan her şey
hiçbirinin yitmesine göz yummaz doğa
çatlaklardan içeri kırıp çözüştüren
ya da
bir vuruşta yıkan bir güç olmadıkça
öz dokuları tükenen varlıklar
yeryüzünden silinebilseydi hepten
hangi kaynaktan türetirdi venüs bunca çeşit canlıyı
nasıl sürerdi yaşam ışığına
kendisine döndüklerinde
nasıl bulurdu her keresinde toprak
türlerin gelişmesi için gereken özel besinleri
nereden tazelenirdi deniz
ona kavuşan ırmak
ve esir nereden beslerdi yıldızları
zamanın uzun dilimi
karanlık geçmiş
elbet tüketebilirdi ölümlü gövdeleri
oysa sonsuz geçmişte
evreni durmaksızın yenileyen gövdeler süregelmişse eğer
ölümsüzdür onlar
hiçbir varlık
hiçliğe indirgenemez o zaman
yani
hiçten
hiçbir şey yaratılamaz tanrısal güçle
ve
doğa hiçbir şeyi indirgemez hiçliğe.

MÖ. ~60 Lucretius

11 Aralık 2018 Salı

ebediyata edebiyat


bu edebilik beni öldürüyor
her şeyde bir kafiye arıyorum
düşe kalka okuyorum yazılanları
hakkımda söylenenleri
notalarına ayırıyorum
devrik cümleler kuruyorum
olur olmadık zamanlarda
öyledir ya
yakanı bırakmaz yazdıkların
okudukların
izlediklerin
dinlediklerin
her oluştan bir anlam çıkartırsın
her yokluktan bir varlık
şiirlerle karşılık verirsin bir gülüşe
her kelime
bir başkasını çağrıştırır
bazı sokaklar
kitap oluverir gözünde
bazı insanlar
şarkıları andırır
kaldırımlar bile bakmaz artık yüzüne
söyler durursun düşündükçe
solucanlar diyarına
gökyüzünden bakmak
krallarla tanrıcılık oynamak
bir de
büyük okyanusta yüzmek istiyorum
küçük dağlar bana selam vermiş
büyüklerin hadsizliği tutuktur
mesela
türk aristokrasisinden bahsedilebilir mi?
bilmiyorum
yalnız
karıncalara üzülüyorum
onlar küçük
ve
dünya kocaman
üstelik
büyük nedir bilmezler
neyse
ayrılıyorum bu şiirden
edebilik tutmadan
mümkünse
bu ebedilik beni öldürüyor
her şeyde bir sınır arıyorum
düşe kalka yaşıyorum hayatı
deneyimlediklerimi
yıllarına ayırıyorum
devrik hayaller kuruyorum
olur olmadık zamanlarda
öyledir ya
yakanı bırakmaz yaşadıkların
tanıştıkların
görüştüklerin
gülüştüklerin
her anı bir yokoluştur
her hayal olası bir varlık
rüyalarda uyursun kimileri
sesler
bir farklı gelir kulağına
kimileri
bir silüet görür
bir tanrı yaratırsın
toz oluverir ansızın
zerresi bile kalmaz yalnızlığının
özler durursun düşündükçe
tanrılar diyarına
yeryüzünden bakmak
sefillerle kralcılık oynamak
bir de
büyük sahrada yürümek istiyorum
küçük dağlar çiçek açmış
büyüklerin başı dumanlı
mesela
kuantum mekaniğini temele aldığımızda paralel evrenler teorisi deneysel midir?
bilmiyorum
yalnız
karıncalara üzülüyorum
onlar küçük
ve
dünya kocaman
üstelik
büyük nedir bilmezler
neyse
yaşıyorum bu hayatı
ebedilik haybeden
mümkün.







parantez



Aç parantez
     estetik değer taşıyan
     3 şey vardır
        kadınlar
        kediler
     ve
        kuantum mekaniği
     3. sünden pek emin değilim
Kapa parantez

9 Aralık 2018 Pazar

Müstefilatun


bu gece
biraz-ı-cık üşüyorum
üstelik
yıldızlar da yok tepemde
rica ediyorum
bayanhiçkimse
bana bir yıldız seçin
perdenin arkasında
sisin sakladıklarından
bu koca şehir
adıyla
sanıyla
ankara
sisin sakladıklarından
perdenin arkasında
soruyorum şimdi
perdenin hangi tarafından dünyayı seyredebilirsiniz?
yıldızları gözükmeyen dünya
dünya mıdır?
yoksa
toprak mıdır
onu kendisi yapan?
bilmiyorum
dediğim gibi
yalnız
karıncalara üzülüyorum
dünya çok soğuk
üstelik
onlar
ateş yakmak bile bilmezler
ateşi arıyor gözlerim
göz kapaklarım
kışa kesiyor
tenim ayaza
kış doluyorum durup durup
güçsüzlüklerimi
kapıların kulplarına astım
hüzünlerimden de
koleksiyon yapıyorum
bu gece
çok üşüyorum
aşk olsun
bayanhiçkimse
bana bir yıldız seçin
okurken zihninizi tartaklayan
tekrarlanmış sözcüklerim
bu boğumsuz parmakların arasından
kayıyor izinsizce
kötü el yazım da cabası
küfür misali şiire
kulağımda çınlayan
eski bir edebiyat dersi
şiir diyor
belli ölçülerle yazılır
MefailünFailünFailatun
bir zamanlar tanıdığım
pek neşeli bir çocuk vardı
dilinde beylik bir laf
her şey şiirdir
şiir ise hiçbir şey
şimdilerde
notlar alıyorum
kırmızı kapaklı defterime
sanki
bir zamanlar tanıdığım
o neşeli çocuk değilmişim gibi
yeni bir sayfa
bir de şiirin ismi
MefailünFailünFailatun
Çattık belaya müstefilatun.

8 Aralık 2018 Cumartesi

dolaylı tarifsizlik


soruyorum ya sana
"sen hiç seni sevmeyi unuttun mu?" diye
derken yüzüne bir bahar yayılıyor, tazecik
kokluyorum ben o baharın gelişini ah bir görsen içim nasıl sıcak
oysa bu öyle bir bahardı ki ellerimi sardı kanıyla
oysa bu öyle bir bahardı ki
tarifsiz.
soruyorum ya sana
"sen hiç bir baharda yoruldun mu?" diye
bilmiyorsun,
hiç görmedin
ben ne zaman sana gelsem
kaldırım kenarlarındaki sokak lambalarını saydım, bilmedin
bilmedin dans etmeyi düşledim hayat manzarasında
topuklu ayakkabılar giymek istedim ben gülerek geçip gittiğim her yolda, sen hiç bilmedin
sonu sana çıkan sokaklarda yankılanmak istedim
en güzeli de,
ben her sabah sana bakan bir saat olmak istedim

şimdi soruyorum sana
sen hiç gördün mü beni bir kahvaltı sofrasında?

3 Aralık 2018 Pazartesi

isimsiz




benden bir adım
senden bir yarım
yürüyoruz bu yolu bir taraftan
soğukla tanışıyor bedenlerimiz
ellerimiz değiyor ansızın
sanki bir yangın yerindeyim

köşeyi dönüyoruz
beğenmiyoruz vardığımız yeri
sırtımızı dönüyoruz
bir şeyler var sanki bu havada
rüzgarın boğazı dolu
sesi titremiş

yine de
yürüyoruz bu yolu
senden bir cesaret
benden bir yarım
gecelere pay bırakıyoruz
uykulardan çalıyoruz
çaldıklarımızı aldıklarımıza
oradan da
birbirimize katıyoruz

yürümeye devam ediyoruz derken
sen
onca soru işaretinin arasında
bir sahne kuruyorsun
perde ellerime bakıyor
açtığımda bir oyun karşılıyor beni
açmasam ne bulacak gözlerim
açarsam ayıp olur gibi

yürüyoruz bu yolu
ama
sonunu göremiyoruz
sen görmeyi dilerken
ve
sen oyunun içindeyken
ben
yolun ortasında duruyorum
adımlarım kesiliyor
zihnim bulanıyor
anlamayı deniyorum
sonunu görmek istemiyorum
yalnızca yürümek geliyor içimden
bazen daha az
bazen daha fazla
dönüyorum ışığa
bir şeyler oluyor içimde
hissediyorum
bana ait bir sahne
perde benim ellerim
sana bahşedilmiş bir oyun işleyişi
ve
bana biçilmiş bir rol

oynuyorum

benden bir adım
bir adım daha
sonra bir adım daha benden
bedenim soğuk
ellerim kenetli
kulaklarım donuyor sessizliğinden

köşeyi dönüyorum
beğeniyorum vardığım yeri
hava ne güzel bugün
soğukça biraz ama
bir şey diyecek sanki
rüzgarın boğazı dolu
sesi titremiş

yine de
bir adım daha atıyorum
biraz cesaret
bir adım daha
gündüzlere pay bırakıyorum
uykularımı uyumuyorum
bıraktığım payların paydaları
bırakmıyor yakamı

benden bir adım daha
bir adım daha benden
kaldırım taşları hoşuma gidiyor
bir şeyler var bu yollarda
evlerin önünde çocuklar
biraz da kedi mırıltıları
güzel bir şeyler
mutluluk kırıntıları

tam geri dönecekken
bir esmedir başlıyor rüzgar
bir şey diyecek gibi
boğazı dolu
sesi titremiş
dinlersem ne karşılar beni
dinlemezsem ayıp olur gibi

yürüyorum bu yolu ama sonunu göremiyorum
ben görmeyi dilerken
ve
ben oyunun içindeyken
sen
yolun ortasında duruyorsun
adımların kesiliyor
zihnin bulanıyor
anlamayı deniyorsun
sonunu görmek istemiyorsun
yalnızca yürümek geliyor içinden
bazen daha az
bazen daha fazla
dönüyorsun ışığa
bir şeyler oluyor içinde
hissediyorum
sana ait bir sahne
perde senin ellerin
bana bahşedilmiş bir oyun işleyişi
ve
sana biçilmiş bir rol

oyna

Şahıssızyazar&Feveran



29 Kasım 2018 Perşembe

sürmenaj


isterdim ki bir yağmur damlası olayım, diğer bulutlardan uzak bir köşede, habersizce, bir gece vakti toprağa gireyim diğer damlaları kıskandıracak şekilde.

ama ne kadar istesemde biliyorum,
betona çakılacağım.

isterdim ki bir kadeh şarap olayım, hoş bir kadın tarafından ağırca doldurulmuş,  tatsız bir günün ardından az da olsa keyiflenmek için o narin dudakların arasından geçecek.

ama ne kadar istesemde biliyorum,
daha bardağa dolmadan, şişemle yere düşüp her yana savrulacağım.

çok şey olmak isterdim, istedim.

iyiyi değil her zaman, güzeli olmak istedim. insanların tek gerçeği güzelliktir.

ben güzel olamadım.

dahası, ben hiç bir şey olamadım. başaramadım bir türlü tutunmayı.

bir gece vakti ardışık binaların duvarlarından yankılanıp kaybolan iki çift küfür gibi oldum.

hiç bir şey oldum.

rüzgar gibiydim, hafif bir rüzgar.

insanların suratlarını okşayıp geçen hafif bir rüzgar.

oradaydım ama asla göremediler beni, göremezlerdi beni.

ben görülmek istemiştim, dokunduğum insanların hayatında bir güzellik olarak görülmek istemiştim.

defalarca dokundum onlara, kalplerine dokundum onların.

biliyordum, biliyordum benim orada olduğumu bildiklerini.

ama geç anladım göremediklerinden değil de görmek istemediklerinden beni görmediklerini.

ne ben görünmezdim artık ne de onlar kördü, onlar körü oynuyordu.

hakikatın ağırlığı ezdi beni, ben bir rüzgardım suratları okşayan, kalplere dokunan ama artık bir çivi oldum.

her hata, her hüsran, her kayboluş, her kahroluşta etlere saplanan.

ve inanın
görmezden gelinemeyecek kadar acı,
görmezden gelinemeyecek kadar büyük,
görmezden gelinemeyecek kadar gerçek.

çok şey olmak isterdim, istedim.

oldum sonunda bir şey.

güzel olamadım, gerçek oldum.

ölüm kadar gerçek.

22 Kasım 2018 Perşembe

gaip



bugün karıncalar bir garip
seçimler de yaklaşıyor
gözlerim yanıyor uykusuzluktan
geçecek elbet
hep geçmiştir
düştüğüm yollardan sular taşıyor
dizeler dökülüyor parmaklarımdan
sesim bir gemi olmuş yüzüyor
dinliyor musun
diyeceğim o ki
yalnız
karıncalara üzülüyorum
onlar küçükler
ve
dünya kocaman
üstelik
konuşmak bile bilmezler
sen de
materyalist değilsin sevgilim
üzgünüm
astroloji diye bir şey yoktur
evren de
bizim için olmadı hiçbir zaman
zamane yolcularıyız sen ve ben
ama zaman
çift yönlü değildir
solucan deliklerindeki solucanları
sevmez büyük kuşlar
evren kadar yaşlı bu soluncanlar
metafizik kokuyorsun sevgilim
üzgünüm
sen ve karıncalar
bir garipsiniz bugün
sizinle tartışmam
seçimler yaklaşıyor
gözlerim yanıyor uykusuzluktan
ne tezattır ki
yüzümde yastığın kırmızı izi
gören der uyumuşsun 13 saat
kronometre tuttum tam 3 saat 1 dakika
3 saate ihtiyacım var
1 dakika da seni düşünmek için
düşündüm ki eğer
evrende madde dışı bir sey varsa
sensin
aksini iddia edenlerse
büsbütün densiz
ne demiş şair
'bir gün mutlaka yeneceğiz'
'karıncayı bile incitmem'deki
'bile'
karıncayı incitir
kırkayakın da ayağı vardır kırka yakın
öyleyse bilirsin ki
bir gün mutlaka yeneceğiz
yine de
bugün karıncalar bir garip
seçimler de yaklaşıyor
gözlerim yanıyor uykusuzluktan
garip
terk ediyorum bu şiiri
gaip
bitti.

11 Kasım 2018 Pazar

ellerin



Sana hiç yarılanmamış bir gecenin yarısından sesleniyorum
Sesimdeki kırık cesaretimin imzası
Seni ellerinden tanırım, hiç değmediğim parmak uçlarından
Çehrenden kana kana içtiğim ihtirasın bedelidir ellerin

Sana hiç aralanmamış bir perdenin önünden sesleniyorum
Kapattığım kapının arasındaki çatlaktan sana sızıyor sesim
Seni teninden tanırım, lugatımda hiç yerini almamış teninden
Tenimde noksanlaştırdığın izinin bedelidir ellerin

Sana hiç dokunmamış kalbimin alelade bir köşesinden sesleniyorum
Termometre değeri bilinmeze sürüklenmiş
Seni soluğundan tanırım, hiç dinlemediğim soluğundan
Bende ben bırakmamış benliğimin bedelidir ellerin

Sana hiç tozunu tatmadığın mahallemden sesleniyorum
Düş sokağımdın benim, ben bu mecranın ton misafiri
Seni adımlarından tanırım, hiç tatmadığım adımlarından
Şimdilerde işittiğim sessizliğin bedelidir ellerin

Sana hiç açmadığın bir kitaptan sesleniyorum
Sayfa 30, satır 4
Seni dizelerden tanırım, hiç okumadığım dizelerden
Bende yarım kalmış yanılgıların bedelidir ellerin

Sana son kez sesleniyorum sevgilim,
Sesimin tıkandığı noktada bul beni!
Saat tam 13'ü bulduğunda gideceğim
Sende kalanlar, giden ellerinin bedelidir.

9 Kasım 2018 Cuma

bir sıkıntı şiiri






En kötüsü
Belki de en kötüsü
Bir duygu açlığıyla soluyarak
Parklara yerleşiyorlar
Parkların onları çağıran köşelerine
Bir karıncayı selamlıyorlar
Besili, siyah bacak aralarından
Çömelmiş
Öylesine sakin
Selamlıyorlar
"Günaydın" diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına
Kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından
Birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor
Acılar alıp veriyor dünyadan
Dillerini gösteriyorlar
Burkulmuş dizkapaklarını
Bir sıkıntı şiiri gibi
Sıkıntı
İşte
Tam orada duruyorlar.
Mandalina soymayı istemek birisine
Sabahları alarm kurup kahvaltı hazırlamak
Günaydın demek atılmış bir kağıt parçasına
Karıncalarla arkadaş olmak
En kötüsü
Belki de en kötüsü
Bir duygu açlığıyla yaşamaktır
Tüm bunların ortasında
Gecenin yarısında kış
Güneşin doğuşunda ayaz
Tam bir bulantı haliydi
Bulantı
İşte
Yanıbaşımda duran.


Feveran&ŞahıssızYazar

4 Kasım 2018 Pazar

Hiç

Silinmiş cümlelerim var benim
Kırılmış kalemlerin gölgesinde
Silik kurşun izleri
Öylbe ki
Sanki deniz geçmiş üzerinden
Boğulmuş bütün kelimeler
Satırlarım tuzlu
Kabarık duruyor bir o kadar da
Bir asır su altında kalmış gibi

senden

daha

yalnız

Söylenmemiş sözlerim var benim
Kaldırım taşları bile bakmıyor artık yüzüme
Artık gözlüğümü seni görmek hevesiyle takmıyorum
Uyanmıyorum sabahları çantam giysim hazır
Dinlemiyorum artık o hüzünlü şarkıları
Silmiyorum camları yağmur yağarken
Damlaları izliyorum
Sesin işlemiş suya
Notalarını görüyorum
Hiç dinlemediğim aryaların
Tınısı var renklerde
Sen ey kehribar rengi sonbahar
Kışa çevirme yüzünü
Soğuktan pek haz etmem bilirsin
Sevmem serin fısıltıları
Sana ulaşamadan donan
Sonra kar yağar belki
Ben de dönüp dolaşırım aynı sokakta
Neme gerek şimdi
Zaten yapılmamışların utancı var kelimelerde
Kaldırım taşlarına yazıyorum
Kaldırım taşları bile bakmıyor artık yüzüme

Hiç


28 Ekim 2018 Pazar

Hâlâ




Solgun türküler dökülüyor dudaklarımdan
Yıldızsız gecelerde duvarları izliyorum
Deniz griye çalıyor sen ona bakmadıkça
Sokak lambaları bir değişik yanıyor
Kedileri pek görmüyorum artık bizim sokakta
Sessizce eve yürüyorum
Eve geldiğimde kapının yer değiştirdiğini fark ediyorum
Diğer taraftan açılırken daha çok severdim bizim kapıyı
Bunalıyorum, dışarı çıkmak istiyorum
Haziran geldi, hâlâ hırkasız çıkamıyorum
Galiba hâlâ yazı özlüyorum
Sırtınla yüzleşirken daha bir üşüyorum sanki
Ürperiyorum en derinlerime kadar
Soğuk ve güneşsiz geçiyor günler
Çiçekler erkenden soldu bu yıl
Menekşeler siyaha çalıyor
Bahçemiz rengarenkken daha çok severdim bizim bahçeyi
Sesini duymak istiyorum
Masallar anlatmıyorsun
Acı kurgular anlatıyorsun
Ben varken yanımdakine soruyorsun saati
Ben varken yanımdakilere gülümsüyorsun
Gözlerimin içine bakamıyorsun bile artık
Gözlerin gözlerimdeyken daha çok severdim seni
Sen ise hâlâ denize bakmıyorsun

25 Ekim 2018 Perşembe

Lehayim


"Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmak isterdim

Yaşama dair bir şeyler var içerimde
Ufak tefek kırıntılar var
Bir fareyim de peşlerine düşmüşüm sanki
Geberiyorum sanki açlıktan
Geberiyorum sanki düşünmekten
İzini çoktandır kaybettiğim o estetik mihrağın
Seyirlik ışıltısı
Düşlerime bile uğramıyor artık
Ben de yazmıyorum onu
Olur olmadık zamanlarda
Sözsüz
Yazısız
Habersiz bir anlaşma gibi bu
Yazmıyorum yazmamasına da
Yağmur yağıyor akşamları
Yapışıyor bir su birikintisinden paçalarıma
Yanımda taşıyorum dinene kadar
Çıplak ıslaklığı işliyor çarpık bileklerime
Oradan da kalemime giden uzunca bir yolculuğa çıkıyor kimileri
Düpedüz korkaklık bu
Kalemimden korkuyorum
Dingin bir koku var solucanlar diyarında 
Benim için sessizleşmiş sanki Ankara
Yazmalıyım bir şeyler
Düşmüyor paçamdan başka türlü
Kalemimin zuhur ettiği her kelime
Bir yağmur damlası olup alçalıyor üstüne çalıların
İnerken bakıyor bütün şehre
Pus ve kasvet..
Yaşanmışlıklar var diplere doğru
Sanki büyük ayıplarmışçasına
Anılarımı saklıyor şu koca gri oluşum
Gri desem de aldırmayın
Rengi yoktur bu şehrin hiç
Anıların rengi vardır çoğu zaman
Hatırlarım
Yoksa kör eder insanı
Bu sokaklar
Bu ahmak su birikintileri
Bu yamalı yol
Karşıdaki seyyar simitçi
Şakaklarıma yağan şu yağmur....
Kör eder insanı
Hatırlarım
Aşk derler belki de renklidir zanlarınca
İstek derler belki de hevesleri vardır
Derim ki
aşk değil ihtiras
istek değil arzu
kısasından bir motto bu da
'Lehayim' derim
Ardından 'hayata'
Renksiz bu düş
Yaşama dair bir şeyler vardı içerimde
Ufak tefek kırıntılar
Bir fareydim de peşlerine düşmüştüm sanki
Geberdim açlıktan
Geberdim düşünmekten

gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.

23 Ekim 2018 Salı

Abaküs

Bilmediğim bir şehirde yokuş yukarı çıkıyorum. Yokuşun sonunda ne var, onu bile kestiremiyorum. Tanıdık bir ses, adımlarımı sayarsam işimin kolaylaşacağını söylüyor.

Adımlarımı sayıyorum: bir, iki, üç, dört...

Tanımadığım bir bedene dokunuyorum. Islak saçları yüzüme dökülüyor. Nefesim onun nefesine karışıyor. Bana, nefeslerimi sayarsam işimin kolaylaşacağını söylüyor.

Nefeslerimi sayıyorum: bir, iki, üç, dört...

Bazı geceler uyku tutmuyor. Bir mum yakıp sürekli muma bakıyorum. Alev dalgalandıkça düşüncelerimi siliyorum. Bazılarıysa silinmiyor. Düşüncelerimi sayarsam işim kolaylaşır sanıyorum.

Düşüncelerimi sayıyorum tek tek: bir, iki, üç, dört...

Yıllar öncesinden, önemsiz görünen anılar geliyor aklıma, arada bir. Anılarımda olan insanların çoğu orada kaldılar. Büyüdük, değiştik, koptuk. İçimden bir ses onları anarsam daha huzurlu olacağımı söylüyor.

Kaybettiğim arkadaşlarımı sayıyorum: bir, iki, üç, dört...

Özgür olmak istediğimden, kaçıp kurtuluyorum sevdiklerimden. Ailem ardımda gün sayıyor. Kendi kendime tekrar ediyorum; neye tutunursan, senin kelepçen olur.Tekrar ederken ayaklarımı sıkı sıkı basıyorum yere. Sonra alabildiğine yürüyorum. Bir zamanlar birisi bana, yürürsem mutlaka bir yere ulaşacağımı söylemişti.

Yürürken beni ben yapan şeyleri sayıyorum: bir, iki, üç, dört...

Bir masal geliyor aklıma, nedensiz. Keşke çocukken daha fazla masal dinleseymişim, diyorum, annemden kalan daha fazla parçam olurmuş. Otuz yıllık gümüş bir yüzüğü çeviriyorum işaret parmağımda.

Bildiğim masalları sayıyorum sonra: bir, iki, üç, dört...

Bazen çok korkuyorum. İşte öyle zamanlarda, alışkanlık bu ya, gözlerimi sımsıkı kapatıyorum ve en iyi bildiğim duayı okuyorum. Tek başımayken bile güçsüz olmadığımı bilmek istiyorum, yol virajlandığında bir yere tutunmak istiyorum. Sonra, kaç dua bilirim, merak ediyorum.

Bildiğim duaları tamı tamına söyleyerek sayıyorum: bir, iki, üç, dört...


Dik yokuşu tırmana tırmana bitiriyorum bu arada. Gördüğüm manzara nefesimi kesiyor, dilim tutuluyor. Tüm şehir ayaklarımın altında duruyor, tüm geçmişimi yokuşta bırakmışım.
Sonunda, diyorum.

Sonunda evimdeyim.

Gözlerimi kapatıyorum, ayaklarımı yere sıkı sıkı basıyorum, kardeşimi hatırlıyorum, yüzüğüme dokunuyorum, bir dua mırıldanıyorum.

Nefesimi tutuyorum: bir, bir, bir, bir...

16 Ekim 2018 Salı

13 ekim cumartesi 1.17



Gözümden akan tek bir damla yaş, başım eğik, elmacık kemiğime doğru akıyor. Bir kaç saniye sonra bir insan tarafından ezilecek salyangozun pek ağır hareketlerine yakın hızda.

Sanki yanağıma ufak bir ıslaklık bıraktıktan sonra sonsuzluğa kadar aynı ağırlıkta düşecek ama sonsuz yolculuğuna çıkmak üzere suratımı terk edemeden kuruyor orada.

Artık gözlerimi açmak istemiyorum ne karanlığa ne de aydınlığa. Hatta hayal edebileceğim en güzel şeyi tam karşımda bulacağımdan emin olsam bile.

Artık yüksekler korkutucu değil ilgi çekici geliyor, sanki aşağısı çok sevilen biri gibi kollarını açmış beni bekliyor.

Ne oldu da bu hale geldim demekten kendimi alamıyorum var olan her şey gibi bi anlamı olmadığını düşünsemde.

Ben mi kendimi bu hale getirdim yoksa başka şeyler mi bu yöne itti bilinmez.

Ya gerçekten birden fazla kişiyle yaşıyorum ya da (klişe ama) içimde bir ölü yarattım.

Diğer bir yandan yaşamak istiyorum her anı, tatmak istiyorum var olan tüm zevkleri.

Gülücükler saçmak etrafa, bir masayı paylaşmak dostlarımla; yeşil ve mavinin en huzur veren halini kucaklamak, gri gökyüzünden düşen her yağmur damlasını başımda hissetmek kalbi okşayan her sözcük gibi.

Nirvanasına denizin üstünden kızıllığını her tarafa dağıtan güneşle ulaşacak bir günün öğle vaktinde tenimi yakmasını; bacaklarım son demlerindeyken gücünün, Zerdüşt ile düşüncelerim kadar bulanık ve belirsiz bir yolda yürümeyi...

Her zaman toplumun sıradan bir parçası olup sonradan mı ayrıldık yoksa zamanla uyum sağlamayı mı öğrendik?

Tüm etik ve ahlakı bir kenara bırakın. Hatta daha ötesi; temelini insanın oluşturduğu her şeyi yok sayın. Çünkü siz de birer insansınız, başkalarının fikirleri ve oluşturduğu kavramlarla değil, kendi zihninizin sınırları ile yaşayın.

Kendiniz için yaşayın.

7 Ekim 2018 Pazar

'Lakırtı'







EDİ: Kaderci değilim ama her şeyin bir sebebi olduğuna inanıyorum. Hayat hepimizden daha zeki çünkü.

BÜDÜ: Beylik laflar etmeye gerek yok bence hayat sadece düşündüğümüzden daha kaotik. Ve nedensellik ilkesi din konusunda çürüyeli 1000yıl kadar oldu sanıyorum. Tanrı kendinden başka neden barındırmaz. Barındırsaydı eğer bu neden tanrı olurdu ve bizi sonu olmayan bir araştırmaya götürürdü.

EDİ: Bu nedensellik ilkesinden daha bağımsız bir şey. Varoluşla alakalı. Enerjilerle ve yaşamla.

BÜDÜ: Tamam sebepler ve sonuçlar vardır fakat deterministik bir ilkeyle işlemez her zaman. Düşündüğümüzden çok daha kaotik. İşi var oluşa veya enerji meselesine getirirsek yaratıcıya ihtiyaç duyarız kısmi tutarsızlık olur çünkü sorgu sonucu yarattığımız deist tanrıyı yanlışlayamam.

EDİ: Bu sadece mantıkla ulaştığım bir şey değil. Ben tanrıyı aramam zaten onun bir parçasıyım, herkes gibi. Dolayısıyla hepimiz aslında biriz. Birbirimizin farklı bedenlerle şekillenmiş haliyiz . Farklı yaşam şekillerini tecrübe ediyoruz ve birbirimize dokunuyoruz Bu tesadüf veya şans olamaz bence.

BÜDÜ: Panteizm ve pananteizm bilim karşısında tamamen çaresizdir BigBang gibi bir de BigCrunch teorisi var ki kütle çekimin varlığı bunu olası gösteriyor evren yok olursa tanrı da yok olur bu tanrı da mutlak olamaz.

EDİ: Bizim bilimimiz o kadar ilkel ki bu bahsettiğim şeyi tam anlamıyla kavramamız neredeyse imkansiz. Her şeyi anlamak demek bu. Her şeyi..

BÜDÜ: Ama çıkış noktası tasavvuf olduğu için daha iyi bir kanıt bulunana kadar bilimi takip etmek daha mantıklı gözüküyor. Ki tanrı hakkında bilimsel kanıt bulunamayacak bir olgu oldugu için inançlı insanlar ne yazık ki bilimin öğretisine boyun eğmek zorunda kalırlar en azından bir süre kadar sonra. Şans ve tesadüf hakkında Fermi Paradoksuna bir göz atmalısın tatlı bir öğreti.

(https://youtu.be/sNhhvQGsMEc)
(https://youtu.be/1fQkVqno-uI)

EDİ: Ama aslına bakarsan bilimden pek bağımsız şeyler de değil söylediklerim.

BÜDÜ: Temelsiz bir hipotezdir henüz hatta gerçekçi olursam metefiziğin içindedir şuan ileride elbet elle tutulur şeyler elde edilebilir ama bu kadar büyük bir konuda "her şeyi" bilmekten bahsedip baştan temellendirme argümanına sahip olmamak pek iç açıcı gözükmüyor gibi.

EDİ: Var aslında hatta çok da ünlü. Paralel evrenler mesela?

BÜDÜ: BigBang ve BigCrunch'a uymama olasılığı olan bir şeyin paralel evrenler adı altında konuşulması garip olmaz mı? Yani hatırlıyorum bahsettiğin şeyi ama zaman çizgisin sonu olduğu bir evren/çoklu evren sisteminde içkin tanrıdan söz edilemez gibi .Ki kütle çekim zaman çizgisini sonlu kılacaktır.

EDİ: Her şeyi bir sebeple açıklamıyorsan kendi varoluşunu neyle açıklıyorsun?

BÜDÜ: Kısa vadede konuşursak anlaşılmakla açıklıyorum Descartesin biraz üzerine koyarak. Berkley gibi var olmak algılanmış olmak demiyorum, kendi varoluşum algıya bağlı. Deist tanrı yoluna girmiyorum çünkü kozmolojik kanıt(hudüs kanıtı) deist tanrıyı da yalanlıyor gibi gözükse de ontolojik kanıt(descartesin kanıtı-deist kanıt) yanlışlanamaz hale geliyor. Düşüncede tutarsızlığa düşmemek için bu konuda septik takılıyorum diyebilirim. Bundan kaçınsam bile ahlakın temellendirmesi problemi yakamı bırakmıyor.

(https://siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/berkley.htm)

EDİ: Öyleyse varoluşunu bir temele dayandırmıyorsun. Algılandığım kadar varım diyorsun. Benim demek istediğim sence var oluşun bir tesadüf müydü? Tanrıdan bağımsız sence var oluş amacın ne sen neden doğdun?

BÜDÜ: Milyonlarca yaşam barındıran gezegen olması gerekiyorsa fakat bildiğimiz bir dünya varsa bu tesadüftür. Tanrısız bir sistemde amaçlılık yoktur ,devinim süreklidir fakat planlı degildir bu yüzden nedensellik ilkesi tanrıyla bagımlıdır. Nedensellik yok demek tanrı da yok demektir bu konuda çalışan Gazali sırf tanrı yok dememek için nedenselliği reddetmiştir mesela. Bu arada algılandığım kadar değil anlaşıldığım kadar varım. Etimolojiye pek girmeyeceğim fakat bir kamera tarafından da algılanıyorum ama anlaşılmak biyolojik faktörler içeriyor. Evet var oluşumu bir temele dayandırmıyorum çünkü dayandıracağım tanrı temelinin var oluşunun dayanabileceği bir oluşum yok bu da mantığın kabul etmeyeceği bir durumdur haliyle.

EDİ: Fermi Paradoksunun adını bilmeden ne olduğunu biliyormuşum. Bunu açıklayan çok mantıklı birkaç şey var aslında. Ben tesadüfe inanmam her şey olması gerektiği için olur.

BÜDÜ: Örnek verebilir misin?

EDİ: String teoriye bak bir ara Stephen Hawkingin. Fermi paradoksunda uygarlıkları seviyelere ayırıyor type1 type2 dediği şey. Bilim insanları da tam olarak bu şekilde ayırıyor. Ekleyeceğim şey şu ki uygarlıklar kendi gezegeninin öz kaynaklarını kullanıp yok ettiklerinde 0 seviyesindedir. Kendi gezegenin kaynaklarını teknolojilerini geliştirmek için kullandıklarında yaşamı desteklediklerinde 1. seviye olurlar. Bunu ben değil bilim insanları söylüyor. String teoride Hawking bu gelişmişlik seviyesini boyutlarla açıklıyor. 3. boyut için derinlik uzunluk ve genişlik gibi 4. boyutun ise zaman olduğu söylüyor. Zamana bağımlıyız ama onu bükemeyiz gelecekte ve geçmişte hareket edemeyiz sadece şu anı yaşayabiliriz ve bunun kontrolü bizde değil çünkü 3. boyut algısındayız. Yani Hawking diyor ki 0 seviyesindeki bir varlık 3 boyut algısıyla yaşar ve uygarlık seviyesindeki gelişme boyut seviyesindeki artışla paraleldir. Bu da fermi paradoksunu açıklıyor. Eğer uzaylılar varsa ve bizden daha gelişmişlerse onları algılayamayız. Çünkü 1. boyuttaki bir varlığa 3. boyutu anlatamazsın. Algıları henüz gelişmemiştir çünkü. O sadece 1 boyutu biliyor zıplamanın ne olduğunu anlatabilir misin? Eğer bizden daha gelişmişlerse bizim boyutumuzda yaşamıyorlardır. Eğer bizden daha az gelismişlerse de bizi algılayamazlar.

BÜDÜ: Michio Kakudan dinlemeyi daha çok severim. The Theory Of Everything.. Einsteinın da rüyası..

EDİ: The Theory Of Everything benim de rüyam..

BÜDÜ: Bir evren içerisinde birden fazla boyut(farklı boyut yani hem 4boyutlu canlı hem 5 boyutlu canlı) barındırabilir mi? Bu teorinin işlemesi için çoklu evrenlere ihtiyacımız var. Bu evrenler arasındaki geçişlere ihtiyacımız var. Ve eğer kaotik(entropik) bir evrende yaşıyorsak düzensizlik kendini yok etme eğiliminde olacaktır. Einsteinin birleştirilmiş alanlar kuramı Heisenbergin belirsizlik ilkesine karşı çoktan yenilmiş , kaos ve entropi çoktan düzen ve entalpiyi alt etmiştir. String theory olası 11 boyutu ön görmekte. Ama deney ve gözlem yapma şansı olmadığı için bilimin kolları altından çıkmakta. Olayı felsefe alanına taşırsak hipotez bile kuramayız ki bu da ortada teori kalmaması demek.

EDİ: Hatta bundan ilahi dinler bile bahsediyor örtüşmüyor zannedilse de aslında örtüşüyor. Mesela Kuranda meleklerden va cinlerden bahsediyor. Ve diyor ki onlari göremezsiniz ama sizinle birlikte yaşarlar. Melekleri tasvir ederken ne kadar gelişmiş canlılar olduğundan bahseder doğmadıklarından artık nesli devam etme kaygısı gütmediklerinden ve cinsiyetsiz olduklarından. Aynı şeyi hawking de söylüyor. O seviyede gelişmiş bir varlık için seks çok ilkel bir durtudur. Ve soyunun devamının gelmesini isteyen varlık sayısı azalacaktır. Çünkü çocuğunun olmasını bambaşka şekilde algılar o varlık. O bir ihtiyaç değildir ya da sevilesi bir canlı. Senin parçan ve sen öyle bir seviyeye gelmelisin ki benim artık soyum devam etmeli yok olmamalıyım benim bir parçam yaşamalı diyebilmelisin. O gelişmişlikteki bir varlığın mükemmelliyetçiliğini ve algısını düşün. String Theory kabul gören bir teori

BÜDÜ: İlahi dinleri eğip bükmek tatlı bir şey değil. String Theory çok önemli bir teori ama paradoks olma yolunda ilerliyor. Felsefi tutarsızlıklarından kaynaklanıyor zannımca

EDİ: Ve bir evren içinde tabii ki birden fazla boyut barındırabilir. Bunun evrenle alakası da yok aslına bakarsan bu bizim gibi canlıların var olan evreni algılayış şekli. Yani evren bir ama her canlı bunu aynı şekilde algılamıyor. Hawking de diyor ki 10 boyut var. 10. boyuta ulaşmak evreni bütünüyle anlamak ve algılamak demek the theory of everythingle burada birleşiyor string theory ve 10. boyuta ulaşmak tanrıya da ulaşmak/ya da tanrı olmak demek fermi paradoksuyla da burada birleşiyor

BÜDÜ: Ama tanrının nedeni tartışlamayacağından bu düşünce sistemi nedeni olmayan bir şey doğuruyor. Tanrı nedensellikle beraber reddedilecek bir düsünce ama tanrının varlığı da tek başına nedenselligi yanlışlayacağı için bu felsefi olarak bir tutarsızlıktır ve felsefi tutarsızlıklar üzerine bilim yapılmaz. Yani bu teorilerin içinden tanrıyı çıkartırsak daha saglıklı devam edebiliriz. Yani Laplace'ın dediği gibi "böyle bir hipoteze ihtiyaç duymuyorum" diyebilmeliyiz. Teorinin sonucu olarak 10. boyuta ulaştığımızda tanrıyı bulursak ancak tanrı bu denklemin bir parçası olabilir.

EDİ: Tanrı ya da sen buna ne diyorsan son ya da başlangıç öyleyse?

BÜDÜ: Evvet çünkü tanrı sondur ve her şeyi bildiğimizde(eğer) onun hakkında konuşabiliriz. Teorinin sonucu tanrı olacaksa kabulumdur. Ama daha teori ilkelken işin içine tanrıyı sokmak bilime haksızlık ve teolojik bir kibir gibime geliyor. Bu arada 11. boyut(son boyut) yine zaman onu da belirteyim .10 boyut maddi 1 boyut zamani olarak geçiyor diye hatırlıyorum. "Tanrı ya da sen buna ne diyorsan son ya da başlangıç öyleyse" şöyle ki tanrı başlangıç olamaz çünkü tanrının varlığı temelsizdir yani başlangıç diye bir şeyden bahsetmek mantıksız her başlangıç kavramı bizi daha eskiye götürür mutlak yaratıcı mantığa uygun değildir. Ama son olabilir. Biz insanlığın ulaşacağı son evre belki de. Binaenaleyh tanrı sondur. Sonuçtur. Yine de içkin tanrı kavramı bu konular dışında bircok pürüz barındırıyor inanacak olsaydım pürüzsüzleştirilmiş bir deizme(aşkın tanrı) inanırdım.

EDİ: Aslında son ya da başlangıç derken tanrıdan değil bizden bahsediyordum. Yani her şeyi anlamamız demek bizim sonumuz ya da başlangıcımız olmalı.

BÜDÜ: Her şeyi anlamak olası değildir diye düşünüyorum. Fizik kara delikleri de çözünce tamamlanmış bir bilim olacak dediler bak şimdi nelerle uğraşıyorlar. Tanrı üzerine konuşulamayacak bir olgudur diyip agnostik takılmak ve teist tanrı karsısında acizmisim gibi davranmak istemiyorum fakat benim sorunum Descartes ve aşkın tanrıyla. Biraz da senin(panteist-pananteist) tanrınla. Ve bu sonlar başlangıçlar birbirini takip eden süreçler olmalı yani son bir baslangıç doğurmalı ölen evren yenisini meydana getirmeli. Blablubla..

EDİ: Çok tuhaf değil mi?

BÜDÜ: 'Öyleyse kim kurtaracak beni varolmaktan? Hayatımı toprağa veriyorum..'

28 Eylül 2018 Cuma

berceste



"Zaman nasıl geçer?
Kafam nasıl dağılacak?
Nasıl başaracağım işte başka şey düşünmeyi?
Bir bilsen bu akşam harbi başka akşam."

Oyundan ibaret olduğu zamanları hayatın.

Öylesine güzel ki sabah, sanarsın en karanlık gecene güneş doğmuş.

Ailesiyle beraber oturuyorlar küçük mutfaklarında kahvaltı için. Ama öyle güzel ki sabah sanki masada yalnız kuş sütü eksik.

Kapı çalıyor. Arkadaşlar atlamış bisiklete, bekliyorlar onu gelsin de gezelim diye. Ama öyle güzel ki sabah sanki bisiklet değil motosiklet altlarındaki.

Giyiyor ayakkabılarını, hızlı adımlarla iniyor 3. kattan aşağı, alıyor bisikletini, başlıyorlar avare avare gezmeye.

Ama öyle güzel ki sabah ve öyle basit ki hayat asla tahmin edemez bundan 10 yıl sonra yine avare avare gezeceğini.

Yüzünde umudun son okunuşu belki

Avare avare gezecek ama bisikleti olmadan.

Avare avare gezecek ama arkadaşları olmadan.

Avare avare gezecek ama artık oyunlar olmadan.

Avare avare gezecek ama ne o güzel aileden bi eser kalmış ne de o saf ve mutlu çocuktan.

Yine de olsun.

Öylesine rezil ki gece sanarsın kafasının içine beton dökmüşler.

Artık ailesiyle beraber oturmuyorlar o mutfakta. Eskide kalmış o ev, yenisi var.

Artık kapı değil telefon çalıyor. Arkadaşlar değil insanlar arıyor.
Arkadaş olarak görmeye çalıştığı öylesine insanlar.

"Gel gezelim."

Giyiyor ayakkabılarını, iniyor asansörle yine 3. kattan aşağı. Biniyor otobüse, biraz da yürüyor. Başlıyorlar avare avare gezmeye.

Artık hayat oyun değil. Hayat bir sorular, sorunlar bütünü.

Kaldı yine yalnız başına.

Öylesine rezil ki gece tüm başarısızlıklar odasına doluşmuş, bir gece vakti acil servis gibi.

Öylesine rezil ki gece tüm yalanlar yıldızların yerini almış, sırıtıyor yukarıdan en büyük hayali gerçek olmuş küçük bir çocuk gibi ama kin ve nefret dolu.

Öylesine rezil ki gece neredeyse emin güneşin doğmayacağına.

O zamanlardan sağ çıkan tek duygu, eski salıncakta sallanırken içine dolan, artık ufak bi kaç kırıntı gibi olsa dahi, mutluluk.

Ve öylesine rezil ki gece çocukluk anılarını allayıp pullayıp başlıyor yazmaya.

Ne istenen ne istenmeyen.

Ne çekici ne itici.

Ne üstün ne alçak.

Ne iyi ne kötü.

Değil.

Kötünün iyisi işte.

"Ehvenişer"

Ontolojik Bunalım





    Neden varoluşun bir anlamı olmak zorundaydı? Anlamını bulabilmek için ilk önce varlığı bilmeliydi. Varlığı bilmenin tek yolu da yokluğu, mutlak hiçliği bilmekti.  Bir an için hiçbir şey düşünmeden alacakaranlığa odaklandı. Hiçlik bu muydu? Kesinlikle olamazdı. Mutlak hiçlik en az varlık kadar şeffaf olmalıydı çünkü. Yeterince somut düşünemiyordu. Belki de somut düşünmemekti en doğrusu.
  
   Göremediği bir şey olmalıydı. Öyle ki tüm kalbiyle buna inanmalı hatta hissetmeliydi. Varlığı anlamasına yardımcı olacaksa eğer bu yaratı ne bir varlık ne de bir hiçlik olmalıydı. Düşünmeye başladı. Alacakaranlığın ortasına bir tanecik nokta… Onun için nokta olsa da bizim bakışımızla eni, boyu, yüksekliği ve zamanıyla doğa. Dışarıdan bakınca sadece bir nokta. İçerden bakarsan 15 milyar yıl. Her saniyesiyle, her bir nesnesiyle ol deyince oluverdi. Kendisi için sonsuz küçüklükte bir nokta olunca her şeyiyle biliyordu tabii ne olduğunu. Düşünen özneydi o sonuçta. Tek bir düşünmeyle 15 milyar yılı hissedebilirdi.
    
   Boyutsuzluğun içerisinde olanlar vardı. İşte onlar hem bir varlık hem de hiçlik olmalıydı. Şu insanlar yok mu? Bir nokta içerisinde sürüklenip gidiyorlardı.  Nokta hiç değişmiyordu ama o hissediyordu ki insanlar da sürüklendiğini hissediyordu. Onlar da yaratanının düşüncesine takılıp gitmişti. Anlamı neydi varoluşun? O anda anladı aslında hiçbir fark olmadığını. Zıtlıkların hiçbir anlamı yoktu artık. Her şey bir anda belirginleşti. Kendi sürüklenişini hissetti. O da en az kendi yaratıları kadar varlığın ve hiçliğin ortasındaydı. Bir an küçük bir noktadan daha fazlası olmadığını bilerek ürperdi. Sonsuz büyüklüğün içinde sonsuz bir küçük…
      
   Bir anda yatağında açtı gözlerini. Aynaya baktı: etten ve kemikten… Rüya mıydı tüm gördükleri? Yoksa o anda rüya mı görüyordu? Hiçbir önemi yok. Saate baktı. (Tik tak tik tak…)Acele etmek zorunda olduğunu hissetti. Çabuk uyanmazsa işe geç kalabilirdi. Derin bir nefes aldı. Hayatını gözlerinin önünden geçirdi. Geçmişin ve geleceğin hiçbir anlamı yoktu artık. O anın içinde sürüklenmeye devam edecekti. Aynaya bakıp iç geçirdi:  “Hayat anlamı olsun ya da olmasın devam ediyor…”

  

17 Eylül 2018 Pazartesi

ve adem elmayı yedi


...Ve Adem elmayı yedi.

Tekrar ve tekrar başladı, sonunu görmeden yitirilmiş olduğunu bildiği bir günü yaşamaya. Tekrar ve tekrar.

Öğle güneşi cehennem ateşiymişçesine doluyordu perdenin boşluklarından içine odanın,
onu rahatsız etmek ister gibi.

Zorla da olsa gözlerini açmayı başardı. Uyku sersemliğiyle başladı el yordamıyla telefonunu aramaya. Baktı "acaba bu sefer güne hangi saatinden başlayacağım?" sorusuna cevap bulabilmek için telefonun ekranına.

13:49

"Harika(!). Bu gün daha fazla zaman öldürebilirim."

Her gün olduğu gibi yatakta uyanık geçirdiği 1-2 saatin ardından kalktı, elini yüzünü yıkadı, az biraz kahvaltılıklardan atıştırdı.

Başladı artık kafasının içindeki rastgele yerlerden bulduğu-duyduğu veya yine kafasında türettiği farazi sorulara kendince cevaplar bulma işine.

"Sessizliği duyabilir misin?"
"Karanlığı görebilir misin?"

18:11

Binaların arasından ancak görebiliyordu batmaya başlayan güneşten saçılan kızıllığı.

Vücudu yemeğe ihtiyaç duyuyordu ama yapılacak bu kadar iş varken kalkıp yemekle uğraşamazdı. Yapacak başka birisi de yoktu.

"Yalnızlık ilaç mıdır hastalık mı?"

Orasını hiç çözememişti ama emindi insanlardan kendi isteğiyle uzaklaştığına.

Zaten ne gereği vardı ki korteksinin varlığından şüphe ettiği, bomboş tüketim merkezli hayatlar yaşayan vitrin mankenleriyle konuşmanın?

"Aptallar."

"Acaba doğru olan bu ama ben onlar gibi olamadığım için geçerli bahaneler mi üretmeye çalışıyorum?"

"Ne kadar çok kızla yatarsan o kadar iyi misin?"

21:59

Vakit geçti çabucak. Artık kararmıştı hava. Lambasını açıp odanın loş olması için bi tişört geçirdi lambaya. Kırmızı bir tişört.

"Yasaklar neden daha çekicidir?"
"Temelini insanın kurduğu şeyleri bir insan olarak kabul etmek zorunda mıyım?"

Beyni bunca zamandan sonra kaldıramaz olmuştu. Her soru, her sorgu bir iğne daha saplıyordu ona.

Fırlatmak istiyordu bi' şeyleri.
Kırmak istiyordu bi' şeyleri.
Herhangi bi' şeyler.

1:23

Artık geçmez olmuştu zaman. Bir soru daha sordu ama bilmiyordu bunun son sorusu olduğunu;

"Adem niye yedi lan o elmayı?"

Geçmiyor zaman.

3:33

Artık uyumaya karar verdi. Kulaklığından içine dolan tek bir şey vardı yarına dair;

"Nolur olsun,
Nolur olsun işte,
Bugün herhangi bir gün olmasın,
Olsun işte mucize..."

Uyudu.

14 Eylül 2018 Cuma

Estetik




Nermin kim?
Nermin kim mi? Nasıl başlasam ki şimdi anlatmaya? Nermin, siyah saçlı bir kadın öncelikle. Omuzlarına kadar inen saçları hafif dalgalı duruyor. Saç aralarından çıkıp parıldayan halka küpelerini görememeniz için kör olmanız gerekirdi doğrusu.. Boyu tam kestiremiyorum ama genele vurursak uzun kalır. Pek zayıf değil herhalde hiç sor(a)madım. Fakat elleri böyle yumak yumak. Simetrik göz yuvaları, kehribar rengi gözlerini sanki bir saraydaymış gibi ağırlıyor. Kirpikleri, kullandığı kalın çerçeveli siyah gözlüklerine sığmaz; komik durur yüzünde. Umarsadığını söyleyemem. Gerçi takmaz bile genellikle. Takmadığında da tiki varmış gibi kırpıştırır durur. Astigmat tabii.. Burnu sanki acem diyarından çıkmış gibi küçücüktür. Üstü de biraz kızarıktır çoğu zaman. Baksanız geçmeyen bir gripte gibidir. Fakat bu vergisidir estetiğin. Fular kullanır gözleriyle aynı renkte, üzeri beyaz çiçek işlemeli. Ayakkabıları düz, beyaz. Ha bir de çilleri vardır ufak ufak. Yüzü birkaç dakika güneş görmeyedursun.. Ah bir görseniz. Naif bir kadın oldukça. Yaşı da 19. Kahvesini şekersiz sade içer. Fincan kullanacaktır haliyle. Aynı çayını da içtiği gibi. Çok güzel un kurabiyesi yapar. Üstü başı un olur. Hoşuna gider öyle aynaya bakmak. Bir aurası vardır çoğu zaman. Bir renk olsaydı eğer akşam güneşinin o ılık turuncusu olurdu sanıyorum. Bir şarkı olsaydı kesinlikle moonlight sonata. Şiirden söz açarsanız 'aysel' derdim herhalde. Kitap mevzubahis edilirse kürk mantolu madonna. Bir hayvan olsaydı eğer.. diye başlayacaktım ama bizler zaten hayvanız sevgili okuyucu. Duygusal olmaya gerek yok. Ha bitkiden sorarsanız çıban oldu bitti başıma. Nicedir yazıyorum savmak istercesine. Ne kadar başarılıyım onu tartışırız bir ara. Şarkı söyler boş anlarında. Şöyle der hep 'şarkı söyleyebilecek kadar mutluyum'. Mutludur ya. Ondan güzel gelir sesi kulağa. Sanki.. sanki.. bal gibi. Ya da iğde kokusu. Hayır hayır kadife demeliyim.... Of bu sinestezik tavırlarım beni öldürüyor. Nermin işte. Bir güzellik ideasıdır kendisi. Başka bir deyişle estetik mihrak. Bir de BirGünTekBaşına kitabındaki bir karakterin adaşıdır aynı zamanda. Kitabı da tavsiye ederim uzun soluklu okuyanlara. 750 sayfa da biraz.... Keşke az buçuk resim yeteneğim olsaydı da çizebilseydim onu. Kelimelerle cebelleşiyorum şimdilerde. Ne zormuş bir ideayı betimlemek.


Çizer: Evrim Türkü Metin(vaveyla)

10 Eylül 2018 Pazartesi

Ahlak üzerine..1



Öncelikle neden ahlak serisi ile başladığımdan biraz bahsetmek istiyorum. İlk olarak paylaşmayı planladığım ve yazmaya başladığım din serisini neredeyse yarıladığımda konunun inanç ve dinden cok inancın toplum-birey-ahlak üçlüsü üzerine etkisi meselesine kaydığını hissettim. Bu gibi meseleleri kısa tutup inatla yazmaya devam etmeme rağmen yazı gitgide düşündüğümden daha uzun hale gelmeye başlamıştı. Bundan dolayıdır ki din üzerine konuşmadan önce ahlak ve etik alanında birkaç açıklama yapmaya ve bunları 'ahlak üzerine' adlı seride toplamaya karar verdim.

Bu seriye evrensel bir ahlakın olmadığı görüşüyle başlıyorum. Ahlakı ve toplumsal kuralları tamamıyla reddetmemekle birlikte n'için ahlaklı olmalıyım sorusuna kendi içinde tutarlı bir cevap verme gayreti içerisindeyim. Cevap verme sürecinde hayatın anlamı, neden ve n'içinin ayrımı, toplumun gelişimi, utanç problemi gibi birçok başlık altında konuşup en sonunda hepsini ortak bir paydada toplayıp asıl cevaba gitmeyi düşünüyorum. -evet tümevarım'ı daha mantıklı buluyorum. elveda Aristo çok yaşa Bacon!..- Bu gayretim devam eden paylaşımlarda din serisi üzerinden de devam edecek gibi gözüküyor. Çünkü 'ahlak'ın kaynağı ve işleyişi konusunda din ve din öğretileri dışında tutarlı görünen herhangi bir açıklama bulamıyorum. Bu konuda söz söylemiş filozoflara neden katılmadığımı onlarda ne gibi tutarsızlar bulduğumu da yeri geldiğinde serinin gidişatına göre kısa veya uzun şekilde açıklamaya çalışacağım. Ateist öğretiye ve bilimin temel getirilerine yakın bir tutum takınsam da ahlak gibi bir konuda seküler yaklaşımların tutarsız olması canımı sıkıyor. Okuduğum epeyce bir yazıya rağmen elbette haberimin olmadığı temellendirme denemeleri olacaktır(olmalı da). Zihnimi bulandırma ve öykünme korkusundan olacak özgün felsefe yapan insanları derinlemesine okumadan kaçınıyorum. Ama bu kaçınma durumum konu hakkında yeterli okuma yapmadığımı düşündürmesin size. Okuyoruz işte bir şeyler. Hazır bir öğretiyi yazıma yansıtmaktansa düşünüp de bulamamayı yeğlerim sanıyorum.(peh)

Çoğunlukla bu konuda çalışmış ve bazılarınca otorite kabul edilen kimselerin görüşlerinden uzak hatta onları yer yer irdeleyen bir seri olmasını umuyorum. Haddim midir bilmiyorum ama ahlak üzerine yazılmış yüzlerce binlerce yazının söylenmiş bir yığın sözün uygulamaya dökülmüş çokça eylemin çelişki taşıdığı ve insanların ahlak gibi hassasiyet gerektiren bir konuda yanılgıya düştüğü kanısındayım. Kalemimin bana verdiği yetkiye dayanarak -evet yazılarımı kağıt üzerinde yazıyorum- o büyük soruyu soruyorum. "N"için ahlaklı olmalıyım?"

Absürt bir soru olduğunun farkındayım. Ama hemen atlamayın "ahlaklı olmak kötü bir şey mi de bunu sorguluyorsun?" Diye. Bu sorgulama ahlakın doğruluk değeriyle ya da varlık problemiyle ilgilenmiyor. Hatta pratik hayatta ahlak denilen kavramın bir doğruluk değerinden bahsedilemeyeceğini ve çoğu soyut "şey"den daha elle tutulur bir "şey" olduğunu iddia ediyor. Ahlak'ın pratik alandaki olası yaptırımlarına ve bu yaptırımların olası sonuçlarına geçmeden önce biraz olayın teorik tarafını eşelemek niyetindeyim. Ama daha öncesinde bahsetmem gereken birkaç şey var. Söylediklerim size gerçek dışı gözükebilir. Bu durumda olandan değil olması gerekenden bahsediyorumdur. Dipnot veririm gerçi.

Belki kelime oyunu yapıyormuşum gibi gelebilir ama eşelemeye dilimizdeki kelimelerden anlamını tam olarak bilmediğimiz ve günlük konuşma dilinde sık sık birbiri yerine kulladığımız iki kelimenin aslında aynı şeyin farklı taraflarını açıkladığını anlatarak başlayacağım. "Neden ve N'için"

Neden sorusu geçmiş zaman belirtir. Yani ileriye dönük yaptırımlar icin kullanılmaz. Örnek vermem gerekirse : Birisi rahatsızlanıp kalbini tuttuğunda, boğazında bir şey kalıp öksürdüğünde, burnuna bir şey kaçıp hapşırdığında ona"bunu neden yaptın iyi misin?" benzerinde sorular sorarız. Çünkü öğrenmek istediğimiz şey bu davranışın sebebi yani kaynağıdır. Yani etimolojik olarak inceleyecek olursak da neden(neyden) kaynak sebep olarak karşımıza çıkar. Binaenaleyh, neden ahlaklı oldum sorusu tarihsel süreç içeren bir cevaba tabidir. Toplumsal gelişmeleri irdelemek gerekir.

N'için kelimesi ise temel kullanımıyla bir gelecek planı belirtir. Birisi mesela kardeşiniz kitaplığınızı karıştırdığında bunun sebebini öğrenmek(ne için) için ona (genelde döversiniz peki ama) n'için sorusunu yöneltirsiniz. Otoritelerin görüşlerinden çoğunlukla uzak duracagımı söylemiştim lakin Aristo efendinin bu konu hakkındaki bir kelime grubunu n'için'i açıklamak için kullanacağım.(sayılmaz ki ama aristonun görüşü değil bu) Ereksel neden= n'için. Yani bu bağlamda neden n'içini kapsıyor sanıyorum.

Bu iki birbirine yakın kelimeden biraz daha uzak gözükse de aslında görüşlerimin ve açıklamalarımın dayanağı olan, bu işin biraz daha akademik+tarihsel tarafını oluşturan nasıl üzerinde de durmadan edemiyorum. Ses değişimine uğramamış hali ne asıl olan bu kelime diğer sorularım olan neden ve n'içini kapsamakla beraber onlar hakkında diyeceğim her şeyin de zannımdır ki temelini oluşturuyor. N'için ahlaklı olmalıyım sorusuna cevap ararken tarihsel tutarsızlığa düşmemek için nasıl ahlaklı oldum sorusuna yani ahlakın gelişim-değişim ve yıkınım süreçlerine ilişkin açıklama yapmak durumundayım. Aynı zamanda bu açıklama neden ahlaklı oldum sorusuna da bir nebze de olsa değinmiş olacaktır.

Pratik ahlakın ya da teorik ahlakın sorgusuna geçmeden önce (sonda söyleyeceğim şeyi başta da söylemişim yazı düzenlemek çok zor ya) sizlere biraz ahlakın doğuşu benim için ahlakın tanımı ve özellikle toplumun oluşumundan bahsedeceğim. 2. yazı bunlarla alakalı olacak. Gereksiz makale bilgilerinden kaçınacağıma söz veriyorum. Aç gelin..

vaveyla



Dört beyaz duvarın arasındaki küçük odanın zemininde, başımı ellerimin arasına almış vaziyette oturuyorum. Odanın loş ışığı yüzümdeki çaresiz ifadeyi aydınlatmaya yetiyor. En beklenmedik anda flaşlar patlıyor gözlerimde, korkuyorum. Kısıyorum gözlerimi iyice, sanki o parlak ışık ince derimi delip geçemeyecekmiş gibi.
Beni bu odaya kapatanları adım gibi biliyorum, bu kapısı olmayan odaya.
Odada, ben ve ayak bileklerime bağlı zincirler dışında hiçbir şey yok. O parlak ışıkların nereden geldiğini bilmiyorum.

Yavaş yavaş insanlığımı kaybediyorum. Kendi beden parçalarıma yabancılaşmaya başlıyorum. Bir seferinde ayaklarımdan o kadar çok korkuyorum ki yerimden zıplar gibi oluyorum.

 Gözlerimden ve burnumdan akan sıvıları kolumun tersiyle silmeye zahmet etmiyorum artık. Şiddetli çekiç sesleri çınlıyor kulaklarımda, sesler ritimsizleşmeye başlıyor bir süre sonra.

Son bir kez daha var gücümle bağırıyorum.
"İmdat!"
"Kurtarın beni!"
"Kimse var mı?"
Sesim soluyor odanın duvarlarında.
Daha fazla bağırmaya gücüm kalmıyor.

Beynimde duyduğum çekiç sesleriyle sağırlaşmaya başlıyorum. Histerik biçimde sallanıyorum olduğum yerde, kollarım kendime doğru çektiğim bacaklarıma dolanmış halde.

Flaş ışıkları şiddetleniyor.

Delirdiğimi kabulleniyorum.

Saçlarımı tutam tutam yoluyorum. Yüzümü tırnaklarımla çiziyorum. Akan kanım sadece beni daha fazlasını yapmaya itiyor.

Artık yere tamamen uzanmış vaziyetteyim. Çocukluğum geliyor aklıma, nedensiz. Elimde rengarenk bir uçurtma tuttuğumu düşünüyorum.

Aniden bir silah patlıyor. Sesi odamın duvarlarında yankılanıyor.

Gözlerim ağır ağır kapanıyor.

Uçurtmam yavaşça gökyüzüne yükseliyor.

O dört beyaz duvarla çevrili odada, tırnaklarımın içi kan ve deri parçalarıyla doluyken, son nefesimi veriyorum.

***

Merhaba, ben Vaveyla. Mahlasıma ithafen (vaveyla: çığlık) ilk yazımın, yardım çığlığı atmak istediğim anlardan birinde yazdığım bu yazı olmasını istedim. Size söz veriyorum, diğer yazılarım bu kadar iç karartıcı olmayacak. Görüşmek üzere...

9 Eylül 2018 Pazar

Yolcu







 Bir yabancıyız hepimiz, bir yabancı. Turist gibi değil de yolcu gibi. Öyle olsa rehberimiz olurdu belki, belki bir harita, belki bir bavul fena olmazdı. Oysa bizler yanımıza küçük bir çanta aldık. İçerisine vicdanımızı tepiştirdik, bir kenarına hayallerimizi sıkıştırdık, yürüyoruz işte yürüyoruz. 
   
  Yolun yarısına gelmeden unuttuk başını. Kimimiz özgür olmak istedi, kendi yolundan gitti. Kimimiz yolun sonunda yolun başını hatırlama ümidindedir herhalde. 
   
   Ben mi ? Ben pek düşkünümdür anlamaya. Oturdum ilk bulduğum ağacın dalına, başladım düşünmeye. Düşünüyorum da hala. Zor gibi gözükmesin hemen. Ben de en az diğerleri kadar görüyorum yolun sonunu. 
     
   Ne zaman bir yolcu geçse inanın ki yeniden geçer bu yoldan. Yolun sonu yoktur yolcu. Onlar konuşur ben dinlerim. Hep bir ayrı anlatılır; ama yol, yol hep aynıdır. 
  
  Birileri kazanır, birileri çalar; birileri yükselir, birisi gelir çeker; birisi ne zaman sevmeye kalksa birileri hemen nefret eder. Acıları dindirmek küfürmüş gibi bu yolda, savaşmak mübahtır. Nasıl olur ama ? Vardır bir sebebi daima. Birileri incinmeden birileri doyamaz çünkü. 
   
   Uzatmayacağım bu kısmı eminim sevmiyorsunuzdur siz de değişmeyeceğini düşündüğünüz yanlışlardan söz edilmesini. Bense şunu teklif ediyorum. Kimse ne düşündüğümüzü duyamıyorken en azından düşünmekten vazgeçmesek. Bazen en büyük eylem, müdahale düşünmek değil midir ? Yoluculuk falan demişken : illaki  yürüyeceğiz madem bu yolu, birkaç düşünce tohumu ekelim toprağa, bir gün dinlenecek bir gölge bulmak için bile değer buna.
  

    


  

ulaşılmaz


Ulaşılmazın çekiciliği yaşar kenar kuytu bi yerinde içimizin. Yürekten veya kafadan bilsek dahi ulaşılmaz olduğunu, arzulamaktan vazgeçmeyiz asla.

"O da diğerleri gibi biriydi işte. Diğer insanlarca yargılanmaktan korkan, toplumun doğru ve yanlışlarıyla hareket eden. Hatta böyle yaşamak için o "şey" ile savaş veren.

Ama o gece,
o dibi gördüğü gece,
o tüm insanlardan uzaklaştığı, nefret ettiği gece
içindeki o "şey"e;
her fırsatta onu sonu olmayan bir yola götüren o "şey"e karşı savaşını kaybetmişti.

6:22'de uyandığı vakit, gri şehrin yüreğini deliverecekmişçesine kasvet dolu gökyüzüne karşı içtiği sigarasının her bir dumanında kim bilebilirdi ki başka birine dönüşeceğini."

Bi kadındır çoğu zaman ulaşılmazımız. Onu sevdiğimizi sansak bile sevmiyoruzdur aslında. Onda sadece ulaşılmazın çekiciliği vardır bir girdap misali. Aynıdır hep, döner durur. Bunu bilmemize rağmen dalarız en tepeden tam ortasına ve başlar en dibe olan yolculuğumuz.

Belki dışı güzeldir bu kadının belki de içi. Ama mesele bu değildir. Mesele ulaşılmaz olmasıdır.

Bir madalyon misalidir ulaşılmaz kadın. Bi tarafta sadece istediğin, sevdiğin yanlarıyla oluşturduğun hayali hali, diğer tarafta tüm çıplaklığıyla kabullenilemez gerçekliği.

Ee sonuçta biz ulaşılmazların adamlarıyız dimi? Ne olursa olsun, gözümüzü açıp objektif şekilde baktığımızda itici olsa bile ulaşılmaz ulaşılmazdır, bir girdaptır girdin mi çıkamazsın.

Aylar, yıllar dahi onun ulaşılmazlığını yıpratamaz çünkü biz onu o olduğu için veya sevmeyi sevdiğimiz için değil acı çekmeyi sevdiğimiz için severiz.

Güzel Günler Artık Kalmış




Bir hasret sofrasında
Siz ve biz...
Kahkahalar tabaklarda
Tabaklar boş.
Hatıralar kadehlerde
Eskidikçe güzelleşen
Kadehler boş.
Bir mendille siliverilmiş
Nefesler sinmiş gülüşmeler
Çatallar kirli.
Bitmiş, hatta sıyrılmış dibi
Bir parça ekmekle heveslerin
Ana yemeğe mi geçsek ?
Tabaklar boş.
Gelir mi dersin güzel günler ?

7 Eylül 2018 Cuma

Sen




....

Yürür üzerime güneşi yutan gece
Yavaş yavaş
Sinsice
Haziranda bir seher vaktinde
Güzel günleri beklerken ben
Bir yanımda güneş
Bir yanımda
Sen

Karanlık bürürken semtimin sokaklarını
Bir kuş uçar kanat çırpmaya güne
Baykuşlar öter köşe bucak
Dolaşırım tek başıma harabelerde
Tüm bunlar olup biterken
Bir yanımda uyku
Bir yanımda
Sen

Karanlık zifirileşir
Kuş ölür
Baykuş susar
Sessizlik hakim olur geceye
Zaman geçip giderken böyle
Bir yanımda mehtap
Bir yanımda
Sen

Demiştin ya hiç kaybetme ilham perini
Haftası dolmadan kaybetmiştim seni
Bir garip dervişin de dediği gibi
"Gidiyorum öyle ezmeden çiçekleri"
Yollar uzayıp giderken
Bir elimde fener
Aklımda
Sen

Gülüşün yankılandı düşümde
Geceyi gündüzü ayıramıyorum
Bu neyin nesi böyle
İleriye gidiyor
Geriye varıyorum
Seni
Her yerde seni arıyorum
Umudum yitip giderken
Büsbütün çaresizim
Hayalimde
Sen

Korkuyorum karanlıktan
Korkuyorum senin sesinle başlamayan
Senin sesinle bitmeyen günlerden
Korkuyorum sensizlikten
Korkularımla yüzleştirme beni
Neredesin?
Neredesin sen?

Yol biter
Kalem kırılır
Korku geçer
Bir gülüşün silinmez aklımdan
Bir de sesin
Düşündükçe seni
Seyrekleşir nefesim
Gelir sevdikçe sevesim
Gönlüm hep seni arıyor
Neredesin?
Neredesin sen?

Doğar üzerime geceyi yutan güneş
Dillerde mutluluk şarkıları
Güzel günler göreceğiz der
Güneşli günler
Fakat ne motor kaldı geriye
Ne ufuktaki mavilik
Her şey yitip gittiğinde bile
Bir yanımda gece
Bir yanımda
SEN.